Yunus Emre ve Mukaddes Görevi

Görsel 1
Fiyat:
35,00 TL
İndirimli Fiyat (%37,1) :
22,00 TL
Kazancınız 13,00 TL
Geçici olarak temin edilememektedir. Temin edildiginde

Bu ürünün yerine tercih edebileceğiniz ürünler

STOKTA VAR
350,00 TL
250,00 TL
Aynı Gün Kargo
STOKTA VAR
450,00 TL
325,00 TL
Aynı Gün Kargo
STOKTA VAR
200,00 TL
130,00 TL
Aynı Gün Kargo

  Kitap                Yunus Emre ve Mukaddes Görevi
  Yazar               Yaman Arıkan   
  Yayınevi           Uyanış yayınevi
  Kağıt - Cilt        2.Hamur kağıt, Karton kapak cilt
  Sayfa - Ebat     600 sayfa, 12x18 cm
  Yayın Yılı          2017



Uyanış Yayınları Yunus Emre ve Mukaddes Görevi kitabını incelemektesiniz.
Yaman Arıkan Yunus Emre ve Mukaddes Görevi hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.

Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2


    SUNU

Değerli okuyucularımız!

Gördüğünüz gibi, eserimiz, Yunus Emre ve Mukaddes Görevi adını taşımakdadır. Sizler Türkmen Evliyâsı Yûnus'un mukaddes bir gö­revle görevli bulunduğunu belki de ilk defa du­yuyorsunuz. Gerçekden, onun uhdesinde, kendi­sine ilâhî irâdece tevdî' edilmiş mukaddes bir görev bulunmakdaydı. O, bu görevi başarı ile ye­rine getirdi. Okuyucularımız, eserimizin sayfaları arasında ilerledikçe, hem Türkmen evliyasının mukaddes görevinin ne olduğunu, hem de o göre­vi büyük bir başarı ile nasıl yerine getirdiğini göreceklerdir. Bu "mukaddes görev" ifâdesini daha başda biraz açmamız faydalı olacakdır. An­cak, önce; Türkçe'miz, millî kültürümüz, millî varlık ve bekamız, ilim - fikir hayâtımız ve gelecek nesillerimiz düşünülüp göz önüne getirildiğinde ortaya çıkan çok mühim ve hayâtî bir husûsu belirtmemiz de yerinde olacakdır:

 
Dilimiz Türkçe, Türk Milleti olarak bizim millî varlık ve bekamızın bir numaralı temel taşı ve temel direğidir. Öyle ki, o yoksa ortada Türk Milleti de yok demekdir. Bu sebeple; ona gözümüz gibi bakmamız, her türlü tecâvüz -taarruz ve kirletilmekden korumamız; onun asliyetini, sâfiyetini ve güzelliğini bozan boz­guncuların önünü kesmemiz gerekmekdedir.

 Güzel Türkçemiz, nice zamandır, dilimizin mû-sikîli - ahenkli o eşsiz ve hârika güzelliğini tada­mayan câhil, zevksiz ve aynı zamanda bilgiçlik ve ilericilik budalası bir kısım kişiler tarafından kir-letilmekdedir. Bu kirletilme, iki yoldan yapılmak-dadır:
  1. Yeryüzündeki bütün Türklerin asırlarca kullandığı ve hâlen kullanmakda olduğu bâzı ke­limeleri kaldırıp atarak, onların yerine, nevzûhur bir takım kelimeler koymak sûretiyle,
  2. Yine, Türkçe'mizin güzelim bir kısım keli­melerini kaldırıp atarak, onların yerine, emper­yalist - sömürgeci haçlıların dillerinden peydah­lanan kelimeler yerleşdirmek sûretiyle.
Evet, Türkçe'miz, nice zamandır, onun o mû-sikîli - âhenkli eşsiz güzelliğini tadamayan bâzı kişilerce, bu iki yoldan kirletilmekdedir. Ülkede, bu kirletilmeye karşı çıkan bir tek kişinin bile bulanmayışı ise, üzücü olmakdan öteye, kahredi­ci bir durumdur. Bu kirletilme işinin bir vâkıa, bir gerçek olduğunu bir - iki misâlle müşahhas ve canlı olarak görelim:

Meselâ şu hayât kelimesini ele alalım. Asır­lardır şarkılara, türkülere, şiirlere, ilim-fikir eser­lerine giren; yeryüzündeki bütün Türk topluluk­larının günlük konuşmalarında yer alan; günü­müzde de, Kaşgar ile Adriyatik sâhilleri arasında yaşayan topyekûn Türklerce hâlen kullanılmak-da olan bu hayât, hangi soysuzun neresine batdı da, onu kaldırıp atarak yerine zevksizlik timsâli, üstelik, hoş olmayan bâzı çağrışımları da içeren yaşam kelimesini kullanır oldu? Şimdi, hayât yerine yaşam demekle, dilimiz bir şey mi kazandı? Fikir ve kültür hayâtımız bir şey mi kazandı? Yeni nesiller ilim, fikir, millî kültür, millî rûh ve millî şuûr zaviyesinden bir şeyler mi kazandı? Bu husûslarda, dilimiz de, kültürümüz de, yeni nesillerimiz de, ... hiç bir şey kazanmadı. Aksine, bilhâssa yeni nesiller çok şey kaybetdi. Zirâ artık o, en az bin senelik "hayâtını bilmiyor. Şarkıların, türkülerin, şiirlerin, ilim - fikir eser­lerinin, sanat eserlerinin, millî kültür eserlerinin, nutukların, hitabelerin, atasözlerinin, vecizele­rin,... "hayâfını bilmiyor. Bu yüzden meselâ, Atatürk'ün Hayâtda en hakîkî mürşid ilimdir'' vecizesini okuduğu zaman babasına soracak:
  • Baba hayât ne demek? Babası da cevap verecek:
  • Yaşam demek oğlum!..
Muhtemelen, o anda bu kelime, çocuğun zih­ninde, hiç de hoş olmayan bâzı çağrışımlara da sebep olacak. Fakat o, edep ve hayâsı sebebiyle, zihninde o kelimenin meydana getirdiği çağrışım­
 
ların açıklığa kavuşdurulması husûsunda soru soramayacak!..
Yine, meselâ şu nesil ve eser kelimelerini ele alalım. Tıpkı hayât gibi; şarkılarımızda, türküle­rimizde, şiirlerimizde, ilim - fikir ve sanat eserle­rimizde, nutuklarımızda, hıtâbelerimizde, atasöz-lerimizde, vecizelerimizde, günlük konuşmaları­mızda,... asırlarca kullanılmış ve Türkçe'nin malı olmuş ve hâlen de kullanılmakda olan bu güzel iki kelime kimin, hangi zübbenin neresine batdı da, onları kaldırıp atarak, yerlerine kuşak ve yapıt kelimelerini kondurdu? Şimdi, nesil yerine kuşak, eser yerine yapıt demekle Türkçe'miz bir şey mi kazandı? Fikir, sanat ve kültür hayâtımız bir şey mi kazandı? Yeni nesiller ilim, fikir, sanat, millî kültür, millî rûh ve millî şuûr bahislerinde bir şeyler mi kazandı? Bil'akis, ne Türkçe'miz bir şey kazandı; ne ilim, fikir ve sanat hayâtımız bir şey kazandı, ne kültür hayâtımız bir şey kazandı, ne de yeni nesiller millî kültür, millî rûh ve millî şuûr bahislerinde bir şeyler kazandı. Üstelik yeni nesiller, en az bin senelik bir zaman dilimi içinde­ki "neslTni ve "eser"ini tanıyıp bilmekden mah­rum kaldı. Bu yüzden, bugünün ve yarının Türk çocukları, meselâ Atatürk'ün, "Muallimler! Yeni nesiller sizin eseriniz olacakdır!.."vecizesini gördükleri zaman soracaklar:
- Baba nesil ne demek?
Babaları da cevap verecek:
  • Kuşak demek oğlum!..
Kendisini tatmin etmeyen bu cevap karşısında çocuk yine soracak:
  • Baba ebemin kuşağı mı, yoksa dedemin ku­şağı mı?
Çocuklar yine soracaklar:
-  Baba eser ne demek? Babaları da cevap verecek:
  • Yapıt demek oğlum!..
Fakat cevapdan tatmîn olmayan ve biraz daha açıklama bekleyen çocuk, muhtemelen şöyle di­yecek:
 
  • Baba, ağzından "pıt" der gibi bir şey çıkdı, amma, tam anlayamadım.  Bu dediğin çapıt(ça-put) gibi bir şey mi yoksa?..
Değerli okuyucularımız, bu yolla Türkçe'mizin nasıl kirletildiğine dâir onlarca hattâ yüzlerce örnek gösterebiliriz. Fakat eserimizin esas konu­su bu husûs değildir. Bununla berâber, verdiği­miz çarpıcı ve müşahhas iki örnek, meselenin üzerine hepimizin ciddiyet, titizlik ve hassâsiyetle eğilmemiz gerekdiğini anlatmağa kâfidir sanı­rım...

Güzel Türkçe'miz, bir de, hiç bir sebep yokken, dilimizin asırlarca yerleşmiş güzelim bir kısım kelimelerini kaldırıp atarak, onların yerine, em­peryalist - sömürgeci haçlıların dillerinden pey­dahlanan kelimeler yerleşdirmek sûretiyle kirle-tilmekdedir.
 
Birkaç örnek verelim: Türkçe'mizde, meselâ ayrıntı, teferruât,

tafsilat,., gibi, yerleşmiş ve asırlarca kullanılmış ve hâlen de kullanılmakda olan zevkli kelimeler vardır. Hâl böyle iken, son senelerde, entel - dan­tel ve züppe takımı bazı kişiler, dilimizin bu güze­lim kelimelerini kaldırıp atarak, onların yerine firenkçeden peydahladıkları detay(detail) kelime­sini kullanır olmuşlardır...
Yine dilimizde, meselâ uzlaşma, anlaşma, mutabakat, fikir birliği, görüş birliği,., gibi gü­zelim Türkçe kelimeler varken, yine aynı entel -dantel ve züppe takımınca, o güzelim kelimeler kaldırılıp atılmış, onların yerine, sömürgeci -haçlının dilinden peydahlanan konsensusfcon-sensus) kelimesi kullanılır olmuşdur.
Yine Türkçe'mizde, meselâ tahrik, tahrikçi, tahrikçilik, tahrik etmek; kışkırtma, kışkır­tıcı, kışkırtıcılık, kışkırtmak,... gibi pek çok ke­lime varken; dilimizin zevkini tadamamış, câhil, gösterişçi ve bilgiçlik budalası o entel - dantel ve züppe gürûh, o güzelim kelimeleri kaldırıp ata­rak, onların yerine, firenkçeden peydahladığı pro­vokasyon, provoke, provokatör,... gibi çirkinlik hattâ iğrençlik timsâli gudûbet kelimeleri oturtup kullanır olmuşdur.

Bugün, güzel Türkçe'mizi kirleten gerek nevzuhûr, gerekse firenkçeden peydahlı gudûbet (=çirkin, sevimsiz) kelime ve ifâdeler, üçlerle ­beşlerle, onlarla değil, yüzlerle ifâde edilecek kadar çokdur. Unutulmaması ve üzerinde has-sâsiyetle durulması gereken bir husûs da, Türkçe'mizin kelime hazînesinin fakirleşdiriliyor olmasıdır. Meselâ, yine firenkçeden yâni gâvurcadan peydahlanan ve gudûbetlik (=çirkinlik -sevimsizlik) timsâli olan bir pardon kelimesi var­dır. Bu kelimenin, Türkçe'mizin güzelim pek çok kelime ve ifâdesini dilimizden kovduğunu ve hep­sinin yerini kendisinin aldığını biliyor muydu­nuz? Artık; afedersiniz yerine pardon dendiğini; özür dilerim yerine pardon dendiğini; lütfen yerine pardon dendiğini; hattâ anlamadığınız bir sözünü tekrarlatmak istediğinizde anlayamadım veya tekrarlar mısınız yerine pardon dendiği­ni,... biliyor muydunuz? Evet, günümüzün; dilini bilmez, târihini bilmez, töresini bilmez Türk'ü afedersiniz demesi gereken yerde pardon diyor, özür dilerim demesi gereken yerde pardon diyor, lütfen demesi gereken yerde pardon diyor, an­layamadığı bir sözünü tekrârlatmak için muhâta-bına, tekrârlar mısınız veya anlayamadım de­mesi gerekirken pardon diyor. Hâlbuki afetmek ayrı şey, özür dilemek ayrı şey, ricâ etmek yâni lütfen demek ayn şey, anlaşılmayan bir husûsu muhâtabına tekrâr etdirmek ise tamâmen ayrı bir şey. Fakat cehâletin, bilgisizliğin, duygusuzluğun ve millî şuûr yoksunluğunun gayyâsında yüzen günümüzün Türk'ü, bütün bu ayrı ayrı mefhûmları, gâvurun sevimsizlik ve çirkinlik timsâli tek
 
kelimesiyle ifâde ediyor ve kafanıza balyozla güm güm vururcasına pardon, pardon, pardon,... de­yip duruyor.

Başda ifâde etdiğimiz gibi, dilimizin zevkine eremeyen entel - dantel ve de züppe bir gürûh, kâh îcâd etdiği nevzuhûr bir takım kelimelerle, kâh firenkçeden peydahladığı çirkinlik ve sevim­sizlik timsâli kelimelerle dilimizi habıre kirlet-mekde; ta'bir câizse, âb-ı hayât kuyumuz güzel Türkçe'mize taşlar ve molozlar atmakdadır. Ancak, delinin kuyuya taş atması misâlinde oldu­ğu gibi, ab-ı hayât kuyumuza atılan bu taş ve molozları çıkarma gayreti içinde, vazgeçdik kırk kişiden, ortalarda tek bir kişi bile gözükmemek-dedir. Aksine; aydın taslağı, münevver taslağı yâni sahte aydın ve sahte münevver (entel) züppe güruhun dilimize sokuşturduğu o gudûbetlik (=çirkinlik - sevimsizlik) timsâli kelimeleri, her­kes hemen benimsemekde ve kullanmakdadır. Bu durum, topyekûn insanlarımızın debâğatçının gelini durumuna düşmüş olmasıyla îzâh edilebilir. Bu debâğatçının gelini hikâyesini hep berâberce hatırlayalım:

Okuyucularımızın da bilmiş olacakları gibi de-bâğatçılık yâni ham derilerin işlenmesi ameliyesi, henüz büyük çapda sanâyîleşmediği ve büyük atelye ve fabrikaların kurulmadığı devirlerde, kü­çük çapda ve şahıslar tarafından münferiden ya­pılıyordu. Sepici{=debâğatçı, derici, tabakçı), evi­nin bitişiğinde veya küçük dükkânında bir odayı tabakhâne (=debâğathâne, deri işleme yeri, deri işleme mahalli) olarak kullanıyordu. Tabiî, eve bitişik veya çok yakın olan bu yerlerde işlenen ham derilerin hoş olmayan kokularından, hemen bitişiğindeki ev de nasibini alıyordu. İşte, bir ara, kızcağızın biri, uzak mahalden bu debâğatçının evine gelin gelir. Bir koku, bir koku! Pek huzûr-suz olur. Aradan epeyi zaman geçdikden sonra, bir gün, kaçınılmaz gelin - kaynana kavgaların­dan biri vuku bulur. Bu sırada, kızcağız, kay­nanasına bir ara şöyle der:

- Benim kadrimi bilseniz!.. Geldiğimde eviniz­de pis kokulardan durulmuyordu. Ben geldikden sonra evinizden o kokular bile gitdi...
Aslında kokuların gitdiği falan yok. Pis koku­lar aynen yerinde. Fakat uzun müddet orada durunca, kızcağızın bumu pis kokulara karşı muâfiyet - bağışıklık kazanmış ve onları duymaz - hissetmez olmuşdur.

Değerli okuyucularım! Bir milletin, kendi millî değerlerinden habersiz, millî kültür fukarâsı, millî rûh ve millî şuûr yoksunu, kısacası kendi millî kişilik ve kimliğini bilmeyen fertleri de işte bu debâğatçının gelini durumuna düşerler. Millî kültürleri, gelenekleri, görenekleri, töre­leri, millî örf ve âdetleri, millî varlık ve be­kalarının bir numaralı temel direği olan dilleri, hattâ dinleri,... şu veya bu şekilde, şu veya bu kişiler tarafından kirletilir, darbelenir.

Fakat

onlar, bunun farkına varmazlar. Bugün, tıpkı di­limiz gibi, dînimiz de kirletilmiş durumdadır, kirletilmekdedir. Öyle ki, dîn; rûhsuz, aşksız, şevk­siz, heyecansız, sırf bedenî disiplin ve ha­reketlere bağlı bir takım uygulamalardan ibaret duruma düşürülmüşdür. Bu sebeple; dîne bakı­şımız, dîn anlayışımız ve dîn hayâtımız A'dan Z'ye düzeltilmeğe muhtâçdır...

Kendilerini aydın - münevver sanan, gerçekde ise sahte aydın veya sahte münevver yâni aydın taslağı veya münevver taslağı olan bir kısım züp­pelerin, kâh nevzuhûr kelimeler uydurmalarının, kâh firenkçeden gudûbetlik timsâli kelimeler pey­dahlamalarının altında yatan sebebe gelince, bu, insanoğlunun fıtratında var olan bir duygudan kaynaklanmakdadır.

Şöyle ki;
- Her insanın fıtrat (=yaratılış)'mda, hârice yâni başkalarına karşı kendini ısbât etme duy­gusu vardır. Yaşı - başı, mesleği, işi - gücü, içti­mâi seviyesi, bilgisi, kültürü, irfanı,... ne olursa olsun, her insan, bir şekilde, başkaları karşısın­da kendini ısbâtlamak, böylece, rûhen tatmine kavuşmak ister. Bu sebeple, meselâ hakîkî ilim ve fikir adamları, hakîkaten ilim ve fikir üreterek kendilerini ısbâtlarlar ve rûhî - derûnî tatmine kavuşurlar. Kendilerini aydın - münevver sanan; gerçekde aydın - münevver taslağı câhil, bilgiçlik budalası entel - züppe takımı ise ilim üretemez, fikir üretemez. Fakat içinde var olan o duygu sebebiyle, kendini bir şekilde ısbât etmek ve rûhî derûnî tatmine kavuşmak zorundâdır. İşte o da bunu, dilde nevzuhûr bir takım kelimeler îcâd etmek veya gâvurun dilinden peydahladığı çirkin­lik hattâ iğrençlik timsâli bir kısım kelimeleri Türkçe'mize sokuşdurmak sûretiyle yapmakdadır. Bu hareketiyle o, tıpkı, pâdişahlığını ısbât etmek için babasmı asan çingeneye benzemekdedir. Çingenenin yegâne gâyesi, pâdişahlığını yâni kendini ısbât etmekdir. Asılanın, ma'sum ve ba­bası olması ise onun umûrunda değildir. Aynen bunun gibi; câhil, bilgiçlik budalası, sahte aydın ve entel-dantel takımının yegâne gâyesi de kendi­ni ısbât etmek, böylece rûhî-derûnî tatmine kavuşmakdır. Mûsikîli-âhenkli güzel Türkçe'mizin kirletilmesi ise onun hiç de umûrunda değildir...


 
Diğer Özellikler
Stok Kodu9786059069243
MarkaUyanış Yayınevi
Stok DurumuBu ürün geçici olarak temin edilememektedir.
9786059069243
En yeni ürünler
Güvenli teslimat
Kampanyalı ürünler
Piyasadaki en iyi fiyat

PlatinMarket® E-Ticaret Sistemi İle Hazırlanmıştır.