Kitap Müslüman’ın Diyeti
Yazar Kemal Özer
Yayınevi Hayy Kitap
Kağıt Cilt 2.Hamur - Karton kapak cilt
Sayfa Ebat 192 sayfa - 15,50x23 cm.
Kemal Özer Müslüman’ın Diyeti kitabını incelemektesiniz.
Hayy Kitap Müslüman’ın Diyeti kitabı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları hakkında bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
Kemal Özer
Müslüman'ın Diyeti
"İslam, sadece kendine inanan Müslümanların değil, tüm insanların ve gezegende yaşayan tüm canlıların sağlığıyla ilgilenir. Ben de Müslüman'ın Diyeti'ni herkese yazdım. Şifa arayanlara, iyileşmek isteyenlere, az yemeyi başaramayanlara, hazcı tüketimden sıkılanlara, hayatında 'temiz' bir sayfa açmak isteyen herkese..."
Kemal Özer
Gıda Hareketi Lideri Kemal Özer, bu çalışmada haz eksenli tüketim biçiminin ve kirletilmiş gıdaların, şişmanlık, obezite ve diğer hastalıklarla olan ilişkisini ele alıyor. İnsanları şişmanlıktan ve mutsuzluktan kurtarmak için 'temiz ve sağlıklı' bir beslenme modeli kuruyor. Nefsinizi, az ve öz yemeye ikna etmenin yolunu gösteriyor. Kur'an-ı Kerim'de önerilen ve Hz. Peygamberin de bilfiil hayatında uyguladığı 'doğru beslenme ilkeleri'ni açıklıyor. 'İslam'ın mutfağı'nı ve 'Hz. Peygamberin yeme-içme prensiplerini daha önce benzeri yapılmamış bir bütünlükle derliyor.
Kemal Özer, halkın çok merak ettiği sorulara da yanıt veriyor: Beslenme ve kısırlık arasında ilişki var mı, kısırlıktan kurtulmak için nasıl beslenmek gerekir? Batı tıbbının da kabul ettiği orucun, insan vücudundaki iyileştirici etkisi ne? Şişmanlamamak/zayıflamak için atılacak ilk üç adım hangisi? Çocuklarının da geleceğini düşünen 'akıllı' bir ailenin mutfağında neler olmalı, neler olmamalı? Yemekleri hangi sırayla yemeli? Sofra nasıl olmalı?
Özerin bu son soruya verdiği yanıt ise her şeyi özetliyor: "Sofranız, evinize misafir olan Hz. Peygamberin de yiyebileceği bir sofra olmalı!"
İşte bunca diyet savaşı ve öneri bombardımanı arasında, ‘temelleri en sağlam’ beslenme modeli! Temelleri en sağlam çünkü bu yeni yaşam ve beslenme modeli, Kur’an’ın tavsiyelerine ve Hz. Muhammed’in yeme içme adabına göre oluşturuldu. Müslüman’ın ‘temiz ve sağlıklı” diyeti, sadece Müslümanlar değil tüm insanlar için bir kurtuluş reçetesi olabilir. Hastalıklardan, şişmanlıktan, oburluktan, hedonizmden, haramdan, bencillikten ve hatta kısırlıktan kurtuluş reçetesi!
Sağlık ve Gıda Güvenliği Hareketi Lideri Kemal Özer, hileli ve şaibeli gıdalar konusunda Türk kamuoyunun en çok güvendiği ve fikirlerine en çok başvurduğu isimlerden biri. Özer, yeni kitabı Müslüman’ın Diyeti’nde haz eksenli tüketim biçiminin ve kirletilmiş gıdaların, şişmanlık, obezite ve diğer hastalıklarla olan ilişkisini ele alıyor. İnsanları şişmanlıktan ve mutsuzluktan kurtarmak için ‘temiz ve sağlıklı’ bir beslenme modeli inşa ediyor. Nefsinizi, az ve öz yemeye ikna etmenin yolunu gösteriyor. Kur’an’da önerilen ve Hz. Peygamber’in de bilfiil hayatında uyguladığı ‘doğru beslenme ilkeleri’ni açıklıyor. ‘İslam’ın mutfağı’nı ve ‘Hz. Peygamber’in yeme-içme prensipleri’ni daha önce benzeri yapılmamış bir bütünlükle derliyor.
Kemal Özer’e göre, kitaptan sadece Müslümanlar değil herkes faydalanabilir: “İslam, sadece kendine inanan Müslümanların değil, tüm insanların ve gezegende yaşayan tüm canlıların sağlığıyla ilgilenir. Ben de Müslüman’ın Diyeti’ni herkese yazdım. Şifa arayanlara, iyileşmek isteyenlere, az yemeyi başaramayanlara, hazcı tüketimden sıkılanlara, hayatında ‘temiz’ bir sayfa açmak isteyen herkese…”
Kemal Özer, “Soframız nasıl olmalı?” sorusunu, “Sofranız, evinize misafir olan Hz Peygamber’in de yiyebileceği bir sofra olmalı!” şeklinde yanıtlıyor. Bu kısa yanıt bile, yıllardır reklâmların ve diğer yanıltıcı bilgilerin etkisiyle ‘şüpheli’ gıdaları mutfağının baş tacı edenlere ciddi bir uyarı niteliğinde.
Aslında tüm kitap ‘bir’ uyarı! Özer, halkın çok merak ettiği soruları yanıtlarken, kötüye karşı uyarıyor, iyiyi ve doğruyu öğütlüyor: Beslenme ve kısırlık arasında ilişki var mı, kısırlıktan kurtulmak için nasıl beslenmek gerekir? Batı tıbbının da kabul ettiği orucun, insan vücudundaki iyileştirici etkisi ne? Şişmanlamamak/zayıflamak için atılacak ilk üç adım hangisi? Çocuklarının da geleceğini düşünen ‘akıllı’ bir ailenin mutfağında neler olmalı, neler olmamalı? Yemekleri hangi sırayla yemeli? Gıdaları canlandırmak/öldürmemek için ne yapmalı?
Kitapta ayrıca Ramazan için de özel bir bölüm var. “Sahur ve iftarda hangi yiyecekleri, hangi sırayla, hangi miktarda ve ne kadar arayla yemeli?” sorusuna net yanıt veriliyor bu bölümde. Ramazan’da arınıp huzur bulmak, kilo almamak hatta biraz kilo vermek isteyenler mutlaka okumalı.
Kitabın Bölümleri:
Yemek duası
Peygamberimizin şifa veren sünneti
Gıdalar şeytandan nasıl korunur?
Midenin üçte biri!
Müslüman’ın midesi, aklı ve nefsi
Az yemek mümkün mü?
Fazla kilolardan nasıl kurtuluruz?
Farmagedon zamanı!
‘İnce’ ipuçları
Yiyecekler arasındaki ‘denge’nin önemi
Akıllı ailenin mutfağı
Gıdalara ‘canlılık’ testi
Temiz model: Hangi gıda, nasıl, ne zaman?
Müslüman’ın Ramazan diyeti
Hayat kurtaran 20 tavsiye
Beslenme, kısırlık ve neslin devamı
Özetle Müslümanın diyeti
Mukaddime
Hamd ve Sena Allah (cc) hazretlerine, salât ve selam Allah'ın son Resulü Efendimiz (sav)'e, O'nun âline, ashabına ve de kıyamete dek ittiba edenlerin üzerine olsun. Âmin! Bu gayretimizin, Peygamberimiz (sav)'in Sünnet-i Seniyyesini hatırlatmaya ve O'nun şefaatine nail olmaya vesile olmasını niyaz ederiz. Hatalarımızın affı arzusuyla...
Tayyib gıdalardan Sünnet-i Senniyye'ye uygun bir şekilde yiyip içmeyi esas alan 'Müslüman'ın Diyeti' adlı bu eser ilk olarak 2012 yılında neşredilmişti. İlahî kitap Kur'an-ı Kerim dışındaki tüm kitaplar nasıl noksanlıklar ihtiva ediyorsa, teveccühlerinizi kazanan bu eserde pek çok nâkısa barındırıyordu.
İşte bu nedenle gözden geçirilme zarureti hâsıl oldu. Eksikliklerin en önemlisi, Türkçe'nin zengin kelimeleri yerine 20'nci asırda bozulan ve pek çoğumuzun Türkçe zannı ile kullandığı kelimelerdi ve mümkün oldukça eser bunlardan temizlendi.
Bununla yetinilmeyerek hem tashih yapıldı, hem yeni bölümler eklendi, hem de muhteva biraz daha zenginleştirildi. Diziliminde önemli bir değişildik söz konusu olmasa da, özellikle Âyet-i Kerime ve Hadis-i Şerifler dikkat çekici hâle getirildi. İbn Sina'ya ait iktibas edilen kaynağın hatalı olarak verdiği mürekkep ilaç doğrusu ile değiştirildi.
Bu sahada öncü eserlerden biri olan bu çalışmadan daha iyileri elbette yapılabilir. Biz hep bu gayrette olacağız. Daim olması için dualarınızı bekleriz!
Selam, dua ve muahbbetle!
Bismillah
Hamd ve Sena Allah (*) u hazretlerine, salât ve selam Allah'ın son Resulü Efendimiz (^)'e, O'nun âline, ashabına ve de kıyamete dek ittiba edenlerin üzerine olsun. Âmin! Bu gayretimizin, Peygamberimiz (Ü)'in Sünnet-i Seniyyesini hatırlatmaya ve O'nun şefaatine nail olmaya vesile olmasını niyaz ederiz. Hatalarımızın affı arzusuyla...
Bir toplumun mutfağı, o toplumun aynasıdır. Mutfak derman yerine dert üretiyorsa, o toplum medeniyet üretemez. Bir toplumun mutfakta yiyip içtikleri (ya da yiyip içmedikleri) o toplumun siyasi yapısı, iktisadî durumu, sağlık konusundaki şuur ve inancı hakkında ipuçları verir. Şâyet vermiyorsa o mutfaktan beslenenlerin ortak bir kimliğinden söz edilemez. Bir mutfağı popüler kültür veya medya gibi araçlar belirliyorsa, o mutfaktan sağlıklı nesiller yetiş(tirile)mez.
Her mutfağın özünde açık ya da gizli bir dünya görüşü, düşünce ve umde vardır. Köklü medeniyetlerin mutfaklarında kaideler çok önemli yer tutar. Bizans, Balkanlar, Kafkasya, Arap dünyası, Afrika ve Anadolu İslam mutfaklarının bir terkibi olan Osmanlı mutfağı, dünya tarihinin en zengin, en görkemli, en benzersiz bediî mutfağı olup, ruhunu da İslam'dan alır.
Bir Müslüman'ın İslam'ın mutfağından beslenmekten başka seçeneği yoktur. Binaenaleyh günümüzde batılı şekilde beslenen de, doğu tarzda besleneni de mutsuz ve sağlıksız! Ne yazık ki her usûl yepyeni bir derde neden olmakta. Bâtıl kültürün tüm dünyaya bulaştırdığı sığ, sağlıksız ve her türlü inanç değerini reddeden, çıkarcı ve müfsit tüketim biçimi, ne yazık ki tüm toplumların değerlerini yerle bir etmiştir. Artık gıda bir beslenme aracı değil; fiziki doygunluğu haddinden fazla sağlayan, ama yiyip içenleri biyolojik olarak aç bırakan bir nesneye dönüştürülmüştür. Yani bugün gıda, sessiz bir silaha dönüştürülmüştür.
Dikkatle incelediğimizde batı kültür ve tıbbının mensuplarınca yapılan beslenme tavsiyelerinin birbirini tekzip ettiği görülür. McTıp, bir yandan kadim tıbbın, diğer yandan da Allah'ın Rasülü (sav)'in Sünnet-i Seniyyesiyle önemli ölçüde çatışır. Peygamberimiz (sav)'in nasihatleri hiç yokmuş, hiç olmamış gibi davranır. Hasbelkader kendi tavsiyeleri, Hz. Peygamber (sav)'in Hadis-i şerifleri ile örtüştüğü zaman da, pişkin pişkin bunu kendi keşfi gibi lanse eder.
Elbette eskilerin tabiriyle, can hem boğazdan gelir hem de boğazdan çıkar. Allah (c.c.) kullarından, haram kılınanlar hariç tüm nimetlerinden[1] israf etmeden, ölçülü bir şekilde tatmalarını, bundan dolayı da şükretmelerini ister. Mamafih yiyip-içmekten vazgeçmek, sağlıksızlık ve ölüme neden olur. Hiçbir canlı yiyip-içmeden hayatta kalamaz. Yemek onun fıtrî özelliklerinden biridir. Bu durumda asıl mesele neyin, ne kadar yenilmesindedir.
İslam, her şeye tutarlı bir bakış açısı sunar ve bunun merkezine de insanın iyilik ve sıhhatini koyar. Her konuda bâtıla karşı mesafe koymayı, bâtılın etkisi altına girmemeyi temel bir ölçü olarak belirler. Rasülullah (•) gibi benzersiz bir örnek yani numûne-i imtisal varken, İslam dışı örnekleri rehber olarak tercih etmek Müslüman'a da insana da yakışmaz.
Günümüzde insanlara özellikle de çocuklara diledikleri gibi ölçüsüzce yemeleri telkin ediliyor, sonra da envâi diyet şekilleri devreye giriyor. Bozulan sindirim sistemini ve temelde de bedeni tedavi için de sayısız ilaç yazılıyor. Çünkü canlıların ölçülü yani hikmetli beslenmesi endüstrinin kirli amaçlarıyla uyuşmuyor. Bunun için ilk olarak ürünlerdeki tat ve hazzı artırıyorlar, türlü katkı maddeleriyle fiziki bir bağımlılığa yol açıyorlar. Bunu şuur ve şuuraltına yapılan düzenli saldırılar izliyor! Artık ekranlarda konuşan her 'uzman ayrı tavsiye paketiyle çıkıyor insanların karşısına ve yazanların kendilerinin bile uymadığı diyet kitapları kapış kapış gidiyor.
Peki, bunca mütenâkız seçenek teklif karşısında ne yapmalı, nasıl beslenmeli? Doğru ile yanlış nasıl ayırt edilmeli?
İnsanın dinî şiarı ve sağlığının en belirleyici yeri hiç şüphesiz mutfaktır. Mutfak öylesine önemlidir ki, aynı zamanda Müslüman kalmanın da şartlarından biridir. Prof. İbrahim Canan, "Kâmil manada Müslüman kalmak için, İslam'ın mutfağın dan yemek şarttır" diyor. Merhum hoca tezini, "Gayr-ı Müslim mutfaktan beslenerek Müslüman kalmak zordur veya kendi kendimizi aldatmaktır" diyerek sürdürüyor. Mutfağın inançla kopmaz bir ilişkisi olduğuna göre İslam'ın Müslümanlardan isteği de açıktır: Sınırlarını çizdiğim mutfaktan, sınırlarını çizdiğim şekil, şart ve ölçülerde ye-iç!
İslam, en küçük uygulamada bile başka dinlerin, üstelik ehli kitap' olarak tanımladığı dinlerin mensuplarına bile benzemeyi reddeder. Sözgelimi bir Müslüman'ın, Gayr-ı Müslim mutfaktan beslenmesini kabul etmez. İslam mutfağında sarhoş edicilerin içilmesi, domuz, leş ve yırtıcı hayvanların yenilmesi yasaktır. İzin verilenlerin şartlarına uygun yetiştirilip kesilmeleri hâli hariç, diğer hayvan etleri ile böcek2 ve haşarat gibi haramlar ve de şüpheli yiyecek-içeceklere de yer yoktur. İslam'ın hadleri elbette bunlarla da sınırlı değil. Peygamberimiz yeme içme adabından yenilenlerin miktarına dek her türlü ölçüye büyük önem verir. Özetle İslam, kendi mutfağını inşa etmiştir, mensuplarının da yalnızca ve yalnızca bu mutfaktan, koyduğu sınırlar çerçevesinde beslenmesini ister. İslam'ın mutfağında öncelik, kişinin ve toplumun can, mal, akıl, nesil ve dinin korunmasıdır.
Dünyayı bir imtihan alanı olarak yaratan Allah (*), kullarını bu dünyadaki her türlü davranışından hesaba çekeceğini belirtir. Hiç kuşku yok ki insanlar yaptıkları ve yapmadıklarından hesaba çekilecekleri gibi, yedikleri ve yemediklerinden de hesaba çekilecekler. Yani helâli varken harama tenezzül etmekten, helâli aramamaktan, helâl de olsa ölçüsüz yiyip-içmekten hesaba çekilecekler. Gerektiği kadar beslenmezlerse, bedenin hakkını vermedikleri için de hesap verecekler. Allah (*) tüm nimetleri kulları için yarattığını belirtip, kullarının israf etmeden her türlü 'tayyib' dolayısıyla 'helâl' nimetten yemesini ister. Kula dü-şense, bu nimetleri yeme içme hükümlerini ve edeplerini öğrenip tatbik etmek ve şükretmektir.
İslam'ın mutfağa verdiği önem, hem Kur'an-ı Kerimdeki çok sayıda Âyetten3, hem 'sofra manasındaki özel sureden4, hem de Hz. Peygamber'in yeme içme ile ilgili Sünnet-i Seniyye ve konu hakkındaki Hadis-i Şeriflerinden anlaşılmaktadır.
Mamafih İslam, sadece kendine inanan Müslümanların değil, tüm insanların ve dünyamızda yaşayan diğer canlıların da sağlığıyla ilgilenir. Onlara yönelik hadler vazeder. İslam mutfağı sadece yeme içmeyi içermez; miktarlar, yeme içme âdabını, izzet-i ikram gibi muaşeret kâidelerini de düzenler.
İslam tüm insanlara yaşamın, sağlığın, aklın, servetin, dinin ve neslin korunmasını da şart koşar. Allah, insana kendi vücudunu da emanet5 olarak vermiş ve onu sapa saplam bir şekilde muhâfaza emretmiştir.
İslam tüm insanları maddi ve manevi açıdan sıhhatli olmaları için 'tayyib'6 dolayısıyla da 'helâl' kılınanlardan yiyip içmeye çağırır. Peki, Kur'an-ı Kerim tayyib gıdalardan yiyiniz derken neyi kastediyor olabilir? Kur'an-ı Kerim kıyamete dek hükmü geçerli tek kitap ve içindeki her kelime de Allah'a ait olduğuna göre, Âyetlerin mânâları statik/sabit olamaz. Kelimelerin özel de 'tayyib' gibi kelimelerin mânâlarının çağın ve teknolojinin değimine göre sürekli bir genişleme içermesi gerekir. Acaba tayyib kelimesiyle dikkat çekilmek istenen manevi kirler mi, basit maddi kirler mi, kimyevî kirler mi, biyolojik/genetik kirler mi, ya da hepsi mi? Hatta yakın gelecekte zuhur edebilecek başkaca kirlenmeleri de dâhil etmek gerekir mi?
Allah-ü Teâlâ, Peygamberimiz (^)'den nakledilen sahih Hadis-i Şerifleri, "O, nefis arzusu ile konuşmaz. O, ne konuşmuşsa kendisine yapılan bir vahye dayanır"7 şeklinde buyurarak teminat altına alıyor. Bu teminat, Peygamberimiz (sav)'in sünnetine ittibanın ne denli önemli olduğunun da en açıkça ortaya koyar.
Batılılaşarak kirlendik!
Hz. Peygamber (sav)'in inşa ettiği yeme içme biçimi, 19. yüzyılda Tanzimat'la birlikte önemli bir değişim geçirdi. Batılılaşmak uğruna kılık kıyafetin yanı sıra yeme içme biçimi de değişime uğratıldı. Rafine şeker ve beyaz un mutfağı istila etti ve 'batılı' tarzda beslenen insanlar hastalanmaya başladı. Yanı başında bebeği, ocakta yemeği, önündeki değirmen taşında un veya bulgur yapan kadın gitti, yerine elini sıcak sudan soğuk suya değdirmeyen kadın geldi. Dolayısıyla sıhhat gitti, hastalık geldi.
Ivan İllich, hastalanmanın bir süreç olduğunu, tüm suçun son yenilen lokmaya yıkılamayacağını anlatır. Gerçekten de gelecekte sağlıklı olup olmayacağınızı, süreci izleyerek, tabiatla ve özellikle de toprakla olan yakınlığınıza bakarak anlayabilirsiniz. Arada doğru orantı vardır. Topraktan uzaklaştıkça, sağlıktan da uzaklaşırsınız. Doğumundan ölümüne toprak yüzü görmeyen, bir gün olsun nebâtatla göz teması bile kuramayan hayvanların hikâyesi ne ise, insanın ki de aynıdır.
Cüzdan-vicdan, açlık-tokluk!
Çocuğunuz bir şey istediğinde eliniz cüzdanınıza değil vicdanınıza gitmeli. Satın alacağınız ürünün parasını elbette siz vereceksiniz. Bir ürünün sağlıklı olup olmadığını satıcıya sorarak öğrenemezsiniz. Satıcı sattığı üründen herkesin çok memnun olduğunu hatta hiç şikâyet almadığını da belirtebilir. Sattığı ürünün yiyip-içene şifa vermeyeceğini kaç satıcı söyleyebilir? Ya da bugün kaç üretici ve satıcı bunun farkında? Dahası isminin başına afili unvanlar eklenmiş kaç uzman' yalın gerçeği açıklama cesaretini gösterebilir?
İnsanların çoğu yalancı toklukla gerçek tokluğun arasındaki farkı bilmezler. Çoğumuz sanır ki, midenin önüne gelenle tıka basa doldurulması, beslenmedir. Bu şekildeki beslenenler için kullanılabilecek en uygun ifade 'şişman açlardır. Bundan yüzyıl önce insanların sadece üçte biri yanlış besin tercihi nedeniyle 'gizli açlık' çekiyordu. Bugün ise 'yeterli gıdaya erişemeyen 1 milyar insan açlık çekiyor' deniliyor. Oysa aşırı tüketen 6 milyar insansa hâlâ gizli açlığın pençesinde kıvranıyor. Çağımız insanı, 20. asırda müptela edildiği beslenme biçimiyle midelerini kapasitesinin çok üstünde doldurmalarına karşın, organların ihtiyacı olan gerçek besinleri bir türlü elde edememektedir. Milyarlarca insan, kendilerini yalancı tokluk duygusu ile avutmakta, mideleri olabildiğince şiş olmasına rağmen aç kaldıklarının farkına varamamaktadır.
Allah (cc) bazı hayvanları sadece otla, bazı hayvanları ise etle beslenebilecek şekilde yaratmıştır. Açlıktan ölse bile, bir koyun en lezzetli eti yemez. Aynı şekilde bir aslan da ne kadar acıkırsa acıksın ot yemez. Oysa insan her ikisine de muhtaçtır, et ve ot olmadan beslenemez. Hepimiz hem hayvani, hem nebatî hem de sentetik ürünlerden olabildiğince bol tüketiyoruz. Peki, bunca çok ve çeşitli besine rağmen neden hâlâ gizli açlık çekiyoruz?
Yeryüzünde milyarlarca çeşit bitki varken, günümüz insanı (hatta hayvanları) soya, mısır, buğday, pirinç gibi birkaç bitkiye mahkûm edilmiştir.
Endüstri az çeşitten milyonlarca ton üretip, insan ve hayvanların tümünü birkaç çeşit ile beslemek istiyor. Hayvanlar artık merada değil, ömür boyu hapse mahkûm edilmiş oldukları ahırlarda 'besleniyor', önlerine konulan yapay yemleri yemekten başka bir şıkka sahip değiller. Hâkeza alışkanlıkları, kültürleri, gelenekleri hatta inançları değiştirilen insanlar da, büyüleyici mağazaların süslü raflarındaki gösterişli ürünlerin cazibesinden kendilerini alamamaktadırlar.
Vurdumduymazlık diz boyu!
Ezici çoğunluk, adını bile zor telaffuz ettiği ülkenin futbolcusunun ayakkabı numarasını biliyor, sinema artistlerinin evlenme boşanma tarihlerini dikkatle takip ediyor, fakat her gün yediği ekmeğin içeriği hakkında hiçbir bilgisi yok! Ayak tırnaklarının bakımına saatler ayıran bir kadın, çocuğuna bir ekmek veya kek yapmaktan yüksünüyor.
Rahmetli Osman Nuri Koçtürk acıklı halimizi 1960'larda şöyle tasvir ediyor: "Kıyafetini satın alırken mağaza mağaza dolaşan -sözde- açıkgözler, bir çuval kömürü -gıda niyetiyle- satın aldıklarının farkına bile varmazlar. Satın alacağı elbise -veya günümüzde cep telefonu- için yüzlerce liralık fazla ödemeyi göze alanlar, satın alacağı sütün yüzde yüz süt olması konusunda aynı titizliği göstermezler.
Bir daire satın almak için bankadan kredi alan kişi, taksitlerini ödemek için tasarrufa mutfaktan başlar. Oysa bu kimselerin misafir odalarında şatafatlı koltuklar ile pahalı avizeler her zaman vardır. Büfesinde hiç ihtiyacı olmayan gümüş takımlar ışıldar, evin kadını her gün için farklı kıyafet almaya devam eder. Kesilecekse boğazdan kesilir. Sağlığımız için hiç ilgisi olmayan gereksiz ayrıntılar içinse harcamalara hep devam edilir. Mutfaktan kesilen her kuruş, daha sonra ilaç parası olarak ve binlerce kez fazlasıyla ödenecek, külfete girilerek mutlu bir hayat sürmek için satın alınan daire bir hasta insanlar barınağı olacaktır.
Elbise almak için alışveriş merkezlerine giden ev hanımı tayyörünün beline oturması için beş defa terziye gitmekten sakınmadığı halde, çocuğunun ve kocasını yiyeceğini apartman kapıcısına satın aldırır. Et bile, kasap ve kapıcının gönlüne göre girer eve. Sebze zehirli olsa da buna üzülmez. Şatafatlı sofralarda nefis köreltilir ve aç oturulan sofralardan aç kalkılır. Okulda öğretmen İspanya'nın belli başlı şehirlerini çocuklara ezberletmek için elinden geleni yaparken bir ömür yiyeceği gıdalar konusunda tek kelime bile söz etmez. Bugün besinler hakkındaki bilgimiz, Merih ve Utarit yıldızları hakkındaki bilgimiz kadardır. Oysaki biz be sinlerimizdeki maddelerden müteşekkil bir varlığız. İnsan ne yerse odur."*
Evet, insanın geleceğini, davranışları ve amellerinin kalitesi belirleyecektir. Beslenme ve gıdalar da bu ameller en başında yer alır. Gerçekten de insan ne yerse odur, o olur!
Hıristiyan tabibin Nebevî Tıp hayranlığı
Hıristiyan bir tabip, Hüseyin b. Ali'ye (r.a.) "Kur'an-ı Kerim'de tıpla ilgili bir şey yoktur" deyince, Hz. Hüseyin (r.a.), "Allah-ü Teâlâ Kur'an-ı Kerim de tıp ilmini yarım Âyette özetler" diye cevap verir. Bu cevap üzerine meraklanan Hıristiyan hekim bu kez, "O hangi Âyettir?" diye sorar. Hz Hüseyin (r.a.), "Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz...'[2] Âyetidir" buyurur. Bunun üzerine hekim, "Peki Peygamberiniz tıpla ilgili bir şey söylemiş midir?" diye sorar. Hz. Hüseyin (r.a.) bu kez de, "Peygamber 'Mide hastalıkların evidir. Perhiz ise tedavi ve ilaçların başıdır. Her vücuda alışık olduğu şeyleri verinizi' buyurmuştur" dediğinde Hıristiyan tabip şu çarpıcı cümleyi sarfeder: "Sizin Kitabınız ve Peygamberiniz tıp konusunda Câlinus'°'a hiçbir şey bırakmamıştır!'[3]
Bu nakil şerhe mahal bırakmayacak kadar açıktır ve benzersiz bir ölçü inşa edilmiştir. Ne mutlu ki bütün bu ölçüleri hayatı boyunca tatbik ve tavsiye etmiş bir Peygamberimiz var. Onun tavsiyeleri tarihte 'Nebevi Tıp' ya da 'Tıbb'ün Nebevi' olarak isimlendirilen çok sayıda eserde derç edilmiştir. Ancak bu eserlerin önemli bir bölümü birbirinin tekrarı şeklinde neşredilmiştir. Bu eserlerde genellikle belirli hastalıklara tedavi önerileri ya da bitkilerin faydalarına dair rivâyetler toplanmıştır. Sistematik bir bilgi genellikle yer almaz.
8 Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk, Besin ve Beslenme s. 30-38, Varlık Yay
10 islam dünyasında Câlinus olarak bilinen Galenos (Galen) Antik Roma döneminde 129-201 tarihleri arasında yaşamıştır. Zamanın tıp bilimine hâkim olan bir hekimdir. Genel tıbbın yanı sıra anatomi, fizyoloji, farmakoloji ye felsefe ile ilgilenen Galen' 400 den fazla eser yazmıştır Bu eserlerin 100 kadan günümüze kadar ulaşmıştır Tıp konusunda geliştirdiği metodoloiinin yanı sıra droglardan ilk ilaç geliştirmeyi başarmış kişi olarak da bilinir.
Elinizdeki bu çalışmada ise haz eksenli tüketim biçiminin, Tabiîliğiyle yani fıtratı ile oynanıp hibritleştirilmiş tohumların ve kirletilmiş gıdaların (dilerseniz bunları bermuda şeytan üçgeni olarak adlandırabilirsiniz), haram, obezite ve diğer hastalıklarla ilişkisi ele alınmıştır. Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (®)'in Sünnet-i Seniyyesinden günümüz insanına ışık tutacak beslenme doğruları derlenmiştir. Yani bu çalışma daha önce benzeri yapılmamış Taam'ün Nebevi'[4] kitabıdır denilebilir.
Bu tespitte hareketle şu iktibası yapmak yerinde olacak. Prof. Dr. Mustafa Nazıroğlu çağın hastalığını şöyle özetliyor: "İnsan yaşadığı gerginlik, kullandığı elektronik aletler ve de hayatın getirdiği sıkıntılardan kaynaklı stresle harmanlanmış durumda. Bu kaotik yapı, insanın fizyolojik yapısını etkiliyor, vücudu saran iyon kanalları zarar görüyor. İyon kanalları hücre zarında bulunan kapılar gibidir. Bu kapılar bozulursa veya sızdırma yaparsa, hücrenin dışında içine kıyasla 20 bin misli fazla bulunan kalsiyum iyonu, hücre içine sızmaya başlar. Bu iyonların hücreye saniyelerle ifade edilen zaman diliminde girmesi ve çıkması gerekiyor ki bizler konuşalım, düşünelim ve hayatî faaliyetlerimizi sürdürelim. İyon kanalları sızdıracak ya da tamamen bozulacak olursa kanser, şeker hastalığı, kalp hastalıkları ve nörolojik hastalıklar başta olmak üzere birçok hastalığa neden olabilir. Oysa bunun kimyasal bir ilacı var, lakin ilaca ihtiyaç kalmaması için düzgün beslenme son derece önemli. Sofranızdan yeşili ve meyveyi eksik etmeyin."
Zihnî kölelik düzeninin ilk başlangıç noktasının obezite olduğunu dile getiren Halil Kargulu ise, 'Zihinî kölelik sistemi: Obezite' başlıklı makalesinde konuya başka bir açıdan yaklaşıyor: "İdeolojilerin çökmeye yüz tuttuğu süreç içerisinde bilinçli, planlı; insanın fizyolojisi, psikolojisi ve sosyal yapısı gibi tüm değerlerini ele geçirme, el koyma planıdır obezite."
Obezite yarışında dünya lideri olan ABD ile Müslüman ülkeler arasındaki makas hızla kapanıyor. Bunun bir tek açıklaması var: Müslümanlar, Peygamber Efendimizi değil bâtılı örnek alıyor! Oysa Rasülullah'ın "Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden kişi kimi dost edineceğine iyi baksın"[5] şeklindeki Hadis-i Şeriflerini doğru anlamak gerekiyor. Bu Hadis-i Şerif, her sahada olduğu gibi beslenme ve tüketimde de yanlış örnekler seçmenin tehlikeleri konusunda çarpıcı bir ikaz olarak kabul edilmeli.
Herkesin ayrı bir diyet tarzı ile çıktığı günümüzde insanların kafası bir hayli karışık. Öte yandan kimse alışkanlıklarını terk etmek de istemiyor. Fakat gelinen nokta sürdürülebilir değil. Yerel beslenme alışkanlıkları değiştirildiği için, temelde birkaç türden oluşan ancak zenginmiş gibi sunulan 21. yüzyıl beslenme biçimi, sürdürülebilir olmaktan hayli uzak. Dünyanın dört bir yanında şehirlisi, köylüsü, zengini, fakiri, diplomalısı, diplomasızı, bürokratı, çobanı artık aynı şeyleri yiyor ve aynı tip hastalıklardan muztarip. Çobanın azığıyla müsteşarın menüsünün adları farklı olsa da muhtevası aynı. ikisinin de aşı zehirle pişmiş lakin etkileyici ambalaj veya kaplarda sunulduğundan kimse gerçeğin farkında değil. Çoban bile dağdan ot kopartıp yemiyor, azığında beyaz ekmek önemli bir yer tutuyor, tıpkı şehirliler gibi. Müslüman'ı da aynı şeyleri yiyor, Müslüman olmayanı da. Soyla, süt tozlu, margarinli çikolata çiftçinin de cebinde var, talebenin, patronun da. Mühendis de salam yiyor, temizlik görevlisi de. İncelikler, farklar kaybolmuş artık, bir tekdüzeliktir gidiyor. Doktorun hastadan farkı yok! Doktor da obez, tıp öğrencisi de, hasta da! Hepsi ihtimamsız besleniyor, hepsi gizli açlık çekiyor.
Allah-ü Teâlâ hazretleri, Peygamberimiz (^S)'e "Şüphesiz sen, pek büyük bir ahlâk üzerindesin"[6] şeklinde meth-ü sena ediyor. Efendimizin insanlara mutlak örnekliğini ise, "Allah'ın Rasülü'nde sizin için pek güzel bir örnek vardır"[7] şeklinde pekiştiriyor. Hz. Muhammed (•) pratik değerlerden mahrum sadece nazari bilgiler aktaran bir Peygamber değildir. Bilakis izahları ve yaşayışıyla emsalsiz bir örnektir. İnsanlık O (^)'na her çağda, beslenme de dâhil her konuda muhtaçtır. Kendi sağlıkları, afiyetleri ve selametleri için muhtaçtır. O (^)'in peygamberliğine iman etmeseler bile O'ndan istifade edebilirler.
İşte bu mütevazı çalışma, merhum şairin "Efendim, müjdecim, kurtarıcım, Peygamberim! Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim "şeklinde dile getirdiği kırmızıçizgimizi anlama gayretinden ibarettir. Biz bilimden yararlanmayı asla reddetmeyiz ama çoğunluğun yaptığı gibi bilime de asla tapmayız. Bizim için bilim, sadece seçilmiş azınlığa değil, bütün insanlığa hizmet ettiği ve Allah (*) ile Resulünün ölçüleriyle çatışmadığı sürece muteberdir. Aksini düşünmemiz söz konusu bile olamaz. Muhakkak ki en doğrusunu Allah bilir.
Haziran 2012 - Fatih / İstanbul
Kemal Özer
[1]Nahl Suresi 18; ibrahim Suresi 34.
[2]A'raf Suresi 31.
[3]İmam Kurtubî, Esmâü'l-Hüsna Şerhi
[4]Nebevî beslenme.
[5]Ebu Hureyre r.a rivayeti: Tilmizi, Züht 2378 Ebu Davud, Edeb 16
[6]Kalem Sünesi 4.
[7]Ahzap Suresi 21.