Kitap Muhtasar İbn Kesir Tefsiri
Yazar İmam Hafız İbn Kesir
Tercüme Savaş Kocabaş
Yayınevi Karınca Polen Yayınları
Kağıt - Cilt Sarı Şamua - Lüks KALIN Ciltli, 7 cilt takım
Sayfa - Ebat 4.535 Sayfa - 17x24 cm
BASKI 2024
Polen Yayınları İmam Hafız İbn Kesir tarafından yazılan Muhtasar İbn Kesir Tefsiri adlı tefsir kitabı nı incelemektesiniz.
7 cilt İbn Kesir Tefsiri, tefsir külliyatı hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
MUHAKKİKİN ÖNSÖZÜ
Her türlü övgü ve şükür Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım ister, O'ndan bağışlama dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden Allah'a sığınırız. Allah (c.c.) kimi doğru yola iletirse onu saptıracak yoktur. Kimi doğru yoldan saptırırsa ona da hidâyet edecek yoktur.
Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir İlâh yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Onu, kâfirler istemese de, diğer tüm dinlere hâkim kılmak üzere hidayet ve hak din ile göndermiştir.
İmdi...
Şüphesiz sözlerin en doğrusu Allah'ın kitabı, yolların en güzeli Muhammed'in -sallallâhu aleyhi ve sellem- yoludur. En kötü şeyler, sonradan türeme şeylerdir. Sonradan türeyen her şey bid'attir, her bid'at sapıklıktır ve her sapıklık cehennemdedir.
Bil ki ey kardeşim, -Rabbim sana da bana da ilim nasip etsin-, tefsir ilmi en değerli, en büyük ve en faydalı ilimlerdendir. Çünkü bu ilmin konusu Allah'ın (c.c) kitabıdır ve onun mânâlarını ortaya çıkarmaya çalışır. Aziz ve celil olan Allah, Kur'an-ı Azim'i Müslümanlar için bir hayat düsturu ve yaşamlarında yol haritası olmak üzere indirmiştir. Onların başarıları ve kurtuluşları ondadır. Sahabeler Kur'an'ı Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'den alıp Kur'an okulundan mezun oldular, hemen ardından dünyanın efendileri olup yeryüzünün büyük bir bölümüne hâkim oldular ve yönettiler. Şu halde bu ilme büyük bir ihtiyaç vardır. Allah'ın (c.c) Peygamberine indirdiği kitabı onunla anlaşılır, mânâlarına onunla ulaşılır, hüküm ve hikmetleri onunla ortaya çıkarılır. Bu ise "Kelime bilgisi, Nahiv ve Sarf", "Beyan ve Belagat", "Fıkıh ve Usulü", "Kıraatlar", "Nüzul Sebepleri", "Nasih ve Mensuh", "Dirayet ve Rivayet (hadisin mânâsı ve nakli) açısından hadis ilmi", "Hadislerin söyleniş sebepleri" ve Kur'an'ı anlamaya yardımcı diğer İslâmi ilimlere sahip olunduğunda yapılabilir. Tefsir âlimleri genel olarak "rivayet ve dirayet açısından hadis ilmi" dışındaki ilimlere sahiptirler, fakat çoğu bu ilimde zayıftır. Taberî, İbn Ebî Hatim, İbn Merdeveyh ve İbn Münzir gibi ilk dönem müfessirleri hadisin sadece rivayet yönüyle ilgilendiler. Kitaplarında sahih, hasen, zayıf ve mevzu, her türlü hadisi zikrettiler. Onlardan sonra gelen Fahreddin Razi, Zemahşerî, Nesefi, Beyzâvî ve Hâzin gibi âlimler ise hadisten tamamen uzak durdular. Onlarda hadis ilminin ne rivayeti ne de dirayeti vardı. Hadisleri çoğunlukla senetsiz ve tahric edenleri belirtmeden zikrettiler, asılsız haberlere ve israiliyata yer verdiler. Bu, büyük hadis âlimi imam İbn Kesir gelene kadar böyle devam etti. İbn Kesir, Kur'an' ı daha önce hiç kimsenin yapmadığı eşsiz bir üslupla tefsir etti. Bazı tefsirlere oranla daha küçük hacimli olmasına rağmen kitabında yedi binden fazla nebevi hadis zikretti.
Merhum, zayıf ve mevzu hadislerin çoğu üzerinde konuştu, genellikle hatırlatmalar yaptı. Fakat bazı uydurma hadisler -ki bu çok nadirdir- veya çok zayıf hadisler -ki bu çoktur- hakkında ise hiç konuşmadı.
Şurada burada, tefsir kitaplarının zayıf ve mevzu hadislerle ve israiliyatla dolu olduğu iddiası yaygınlaşınca bu bizi İslâmi kitaplar üzerinde durmaya ve onları şaibe ve şüphelerden arındırmaya itti. Bunların en önemlileri tefsir kitaplarıydı. Bu yüzden tefsir kitaplarındaki hadislerin tahricini yaptık, sahihi ile zayıfını açıkladık, israiliyatları ortaya koyduk. Bu işe evvela Nesefi Tefsiri ile başladık. Ardından, İmam Bukâî'nin (r.a) "Nazmu'd-Dürer"i, üçüncü olarak da Kurtubi Tefsiri üzerinde çalıştık. Dördüncü olarak ise şu anda yapmakta olduğumuz İbn Kesir tefsiri üzerinde çalışmayı uygun bulduk.
Bu kitabı basıma hazırlarken daha önce yapılan şu baskılar arasında karşılaştırma yaptık:
1- "Daru'l-Kıble Şirketi", "Müessesetu Ulumi'l-Kur'an" ve "İbn Hazm Yayınevi."
2- "Daru İbn Kesir" baskısı.
3- "Daru'l-Marife" baskısı.
4- "Müessesetu'l-kütübi's-sekafiyye" baskısı,
5- "Daru'l-Hayr" baskısı.
6- "Daru'l-Babi el-Halebi" baskısı.
Bu baskıların hiçbiri de tashif, tahrif, eksiklik veya titiz bir tahkikten yoksun olmak ve hadisi şeriflerin kaynaklarının belirtilip sıhhat derecesinin ortaya konmaması gibi kusurlardan hâliî değildi. Bunları birbirleriyle titizlikle karşılaştırdığımızda aralarında büyük farklılıklar ve bazen de noksanlık veya (başkası tarafından yapılmış) açıklamalar bulduk.
tefsir üzerine birkaç husus
Sahabilerden Tefsir İmamları ve Ekolleri:
1- Mekke Ekolü. Üstadı büyük sahabi İbn Abbas -radıyallâhu anh-'dır. Ondan Said b. Cübeyr, Mücahid, İkrime, Tâvûs, Atâ ve başkaları almıştır.
2- Medine Ekolü. Bu ekolün üstadı Übeyy b. Ka'b'dır. Ondan Zeyd b. Eşlem, Ebû Aliye, Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ve diğerleri almıştır.
3- Irak Ekolü. Üstadı İbn Mes'ud -radıyallâhu anh-'dır. Ondan Alkame,
Mesrûk ve Esved almıştır. Bu ekolü daha sonra Hasan-ı Basri, Amir eş-Şa'bi, Katâde ve başkaları devam ettirmiştir.
Tefsir Çeşitleri:
1- Lugavi tefsir. Kur'an'in irabıyla ve nahiv yönüyle ilgilenir (dil bilim ve metin yönünden tahlili) ve bununla ilgili meseleleri ele alır. Bu tefsirciler şiir ve nesirden çok örnekler getirirler. Zeccac, Vasit kitabında Vahidi, el-Bahru'-Muhit'inde Ebû Hayyan, Keşşafta Zemahşerî ve Keşşafın tehzibi olan Nesefi tefsiri ve daha başka tefsirler...
2- Akli ve felsefi tefsirler. Bunlardan biri Fahreddin Razi'nin Mefatihu'l-ğayb kitabıdır. Kitabında filozofların ve hükemanın sözlerini ve şüphelerini çok zikretmiş ve bunlara cevap vermiştir. Fakat birden çok yerde bid'at ehli kişilerin görüşlerini kuvvetli delilleriyle zikredip sonra onlara çürük delil ve cevaplar getirmiştir ki tenkit edildiği hususlardan biridir.
3- Fıkhi tefsirler. Bu alandaki kitaplar çok olup, en büyüğü ve en kapsamlısı Kurtubî Tefsiri'dir. Zîra o, fakihlerin görüş ve delillerini insaf ve eminlikle zikretmiş ve kapsamlı bir kitap yazmıştır.
Bu alanda Hanefilerden Cassas'ın, Malikilerden İbnu'l-Arabi'nin ve El-Kiya et-Taberi'nin Ahkâmu'l-Kur'an'ları, Sayis'in Tefsiru Âyâti'l-Ahkâm'ı ve daha başka kitaplar vardır.
4- Bid'at tefsirler. Rummanî, Cübbaî, Kadı Abdulcebbar ve Zemahşeri'nin tefsirleri gibi. Bunlar mutezilidirler ve kitaplarında kendi fikir ve inançlarını işlemislerdir. Bunlardan biri Muhyiddin İbn Arabi'nin tefsiri'dir ki, onda vahdet-i vücudçu batınilik görüşünü ortaya koymuştur. Her bir âyet için bir batini bir de zahiri mânâ vermiş, Kur'an'in zahiri mânâlarını iptal ve ilga etmiş, onda daha önce kimsenin söylemediği şeyleri söylemiştir. Fütuhat-ı Mekkîye ve Fusûs kitaplarını okuyan kimse bunu anlar.
5- Tarihi tefsirler. Kıssaların ve geçmiş ümmetlerin hikayelerini uzun uzadıya anlatan Sa'lebi, Hazin ve benzeri tefsirlerdir.
6- Rivayet tefsirleri. Taberî, İbn Münzir, İbn Ebî Hatim, İbn Merdeveyh ve İbn Kesir'in tefsirleri gibi. İbn Cevzi'nin "Zadu'l-Mesir"i ile Suyuti'nin "ed-Durru'l-Mensur"u bu kısım tefsirlerdendir.
Bir Faide:
Hafız (büyük hadis âlimi) İbn Kesir, tefsirinin mukaddimesinde şöyle der: Şayet birisi: "Tefsir yöntemlerinin en güzeli hangisidir?" derse;
Elcevap: Tefsirde en doğru yöntem Kur'an'ın Kur'an'la tefsiridir. Zira Kur'an'ın bir yerinde kısa ve müphem zikredilen hususlar diğer yerinde açılmış ve açıklanmıştır. Açıklamayı Kur'an'da bulamazsan Sünnet'e başvurmalısın. Zîra Sünnet, Kur'an'ın şerhi ve açıklamasıdır. Tefsiri Kur-an'da da Sünnette de bulamazsak sahabelerin görüşlerine başvururuz. Çünkü onlar sadece onlara mahsus tanık oldukları alamet ve durumlardan ve kendilerine verilmiş tam anlayış, doğru ilim ve salih amel hasletlerinden dolayı Kur'an'ın mânâsını daha iyi bilirler.
Merhum daha sonra israiliyatı üç kısma ayırmıştır:
Bir: Elimizdeki onun doğruluğuna tanıklık eden bilgilere binaen doğru olduğunu bildiğimiz rivayetler. Bunlar doğrudur.
İki: Elimizdeki bilgilerle uyuşmamasından dolayı yalan olduğunu bildiğimiz rivayetler.
Üç: Hakkında herhangi bir şey söylenemeyen, ne ilk ne İkinci kabilden olan rivayetler. Bunlara ise ne inanır, ne de yalanlarız. Delil için değil de örnek getirmek maksadıyla anlatılmasında bir beis yoktur. Zîra Buhârî'nin Amr b. As -radıyallâhu anh-'tan rivayet ettiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-: "İsrailoğullarından (aldıklarınızı) anlatabilirsiniz. Bunda bir beis yoktur. Kim benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerini hazırlasın" (Özetle).
Selefi Salihin'in Tefsirde İhtilafları:
Onların farklı tefsirleri, birbiriyle çelişen tefsirler değil, her birinin kelimenin bir çeşidiyle/örneğiyle tefsiri kabilindendir.
"Sırat-ı Müstakim: doğru yol"un bazıları tarafından Kur'an'la, yani Kur'an'a uymakla, bazıları tarafından İslâm'la tefsiri gibi. Zîra iki görüş tektir. Çünkü İslâm dini Kur'an-ı Kerim'e uymanın ta kendisidir.
Sebeb-i nüzulü bilmek de âyetin anlaşılmasına yardım eder. Çünkü sebebi bilmek, sonucu da bilmeye yol açar. Sahabelerden biri âyetin nüzul sebebini bir şekilde, diğeri başka şekilde anlatmışsa ikisinin de doğru kabul edilmesi mümkündür. Çünkü âyetin sebep olarak anılan olayların her ikisinden sonra nazil olması mümkündür.
Onlardan nakledilen ihtilaflı tefsirlerden biri de lafzın her iki mânâyı ifadesinin mümkün olduğu durumlardır. Bu, mesela kelimenin birden çok mânâya gelmesinden dolayı olur. Allame İbn Teymiyye'nin Usul-ü Tefsir'indeki Mukaddimesinden...
İbn Kesirim Tefsir'deki Metodu
Tefsir-i İbn Kesir'in özelliği, İmam İbn Kesir'in evvela âyeti zikretmesi, sonra onu kısa ve kolay bir dille açıklaması, sonra bulursa başka âyetlerle tefsir etmesidir ki bu, Kur'an'ın Kur'an'la tefsiridir. Sonra tefsir edilen âyetle ilintili merfu hadislere (Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- 'e nispet edilen söz ve hareketler) başlar. Onun çoğu zaman çok zayıf ve hakkında ihtilaf edilen hadisler üzerinde konuştuğunu görürsün. Bazı zayıf hadisler üzerinde konuşmaz, fakat onu "garib (hadis)" kelimesiyle ifade eder. Merfu (Resûlullah'a ait hadisler) bulamazsa sahabeden gelen rivayetlere, sonra tabiînin ve eski dönem âlimlerin sözlerine geçer. Bu tefsir, âlimler ve ilim talebeleri için de en iyi, en kolay ve bilgilerine en rahat ulaşılan tefsirdir. Çünkü ifadeleri kısa ve kolaydır.
1) İbn Kesir ve Hadis-i şerif. Bil ki, İbn Kesir büyük ve sağlam muhaddislerden sayılır. Bu ve diğer kitapları bunun şahididir.
Mesela; onun âyetle ilgili hadisleri, muteber hadis kitaplarından ve nadir olarak bulunan hadis kaynaklarından getirdiğini görürsün. Bunun sebebi, onun ezberinin kuvvetinden ve o hadisleri istediği vakit hatırlayabilmesinden başka bir şey değildir. En çok Müsned-i Ahmed'e dayanır. Onun genelde evvela Müsned-i Ahmed'le başlayıp onun metnini ve senedini getirdikten sonra onu Buhârî, Müslim veya başka muhaddislerin de rivayet ettiğini belirttiğini görürsün. Hadis zayıf ise genelde onun üzerinde konuşur, bazen ise hadisin garip ve münker olduğunu ifade etmekle yetinir.
2) İbn Kesir ve râvîler ile râvîlerin tabakatı bilgisi. İbn Kesir'in râvîler hakkındaki bilgisi senedi zikretmesinden, senedde zikredilmemiş olsa bile onun nesebinden veya babasının adını belirtmesinden bellidir. Ben bunu birçok yerde defalarca gördüm. Bu, onun ezber gücünü, râvîleri, tabakatını ve cerh ve tadil açısından durumlarını bildiğini göstermektedir.
3- İbn Kesir ve kendi senediyle hadis rivayeti. İmam İbn Kesir, Nisa sûresinin 165. âyetinin akabinde İmam Zehebi tarikiyle Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e kadar ulaşan bir hadis zikretmiştir. Başka bir hadisi -5342 numaralı hadisi- hocası Mizzi'den aldığı ve senedi Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e ulaşan bir hadistir. 6369. hadisi de kendisine ait, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e kadar ulaşan, biri hocası Zehebi'den aldığı iki senedle rivayet etmiştir.
4) İbn Kesir ve Zayıf Hadis. İbn Kesir'in herhangi bir şey söylemeyip sustuğu birtakım hadisler vardır ki bunların sayısı az değildir. Mevzu hadis hakkında da sustuğu olmuştur, fakat bu çok nadirdir. Allah'a hamdolsun, ben böyle olanları açıkladım.
5) İbn Kesir ve Fıkhi Meseleler. Bilki İbn Kesir fıkıhta imam âlimlerdendir. Bu alanda tam bir bilgi ve malumata sahiptir. Örnek olarak Nisa sûresinin 24. ve 25. âyetlerinin akabinde, Bakara sûresinin 196. ve 230. âyetlerinde, En'am sûresinin 121. âyetinde ve Mâide sûresinin 3. âyetinde anlattıklarına bakabilirsiniz. Buralarda fıkhi konuları ortaya koymada sözü oldukça uzatmıştır. Bunun başka örnekleri de vardır.
(Not: İbn Kesir fıkhi meseleleri çokça zikretmemiş ve fıkha tam dalmamıştır. Zîra bu konularda okuyucuyu kendisinin "el-Ahkamu'l-Kebir" ve "Şerhu Sahih-l-Buhârî" kitaplarına havale etmiştir. Bunların her ikisi de müellifin tamamlanmayan ve basılmamış kitaplarındandır.)
İbn Kesir ve İsrailiyyât. İbn Kesir, isrâiliyyâtı zikretmekten en uzak müfessirlerdendi. Zikrettiğinde de çoğunlukla uyarısını yapar. Kitabın mukaddimesinde de israiliyyât üzerinde konuşmuş, onları üçe ayırmış ve bunların delil olarak değil örnek olarak zikredilebileceğini belirtmiştir. Bu konudaki sözlerinin bir kısmı daha önce geçti. İsrailiyyât hakkındaki sözleri için örnek olarak Bakara sûresinin 67. âyetinin tefsirine bakınız. Sözlerini Bakara sûresinin 127. âyetinde yinelemiştir. îsra sûresinin 8. âyetinin tefsirinde de şöyle demiştir: "Bu hususta sahabe ve tabiînden israiliyyât kaynaklı birçok rivayet gelmiştir. Biz bunları zikretmeyi uygun görmedik. Çünkü bazıları zındıkların uydurdukları şeylerdir. Bazıları ise, sahih olma ihtimalleri bulunsa bile Allah'a hamdolsun ihtiyacımız olmayan bilgilerdir. Allah'ın (c.c) bize Kitabında anlattığı, başka kitaplara bakmaya gerek kalmayacak kadar yeterlidir. Ne Allah (c.c), ne peygamberi bizi onlara muhtaç bırakmamıştır." İbn Kesir'in kısaltarak alıntı yaptığımız sözü burada sona erdi. 291. hadisin akabinde ve Kehf sûresinin 18. âyetinde, ehli kitabın ashab-ı kehfin köpeğinin nitelikleri, rengi vs. hakkındaki rivayetlerine dair konuşmuştur. İmam İbn Kesir ayrıca 4030. hadisten sonra, Enbiya sûresi 56. âyeti, Kaf sûresinin 5. âyeti, Ankebut sûresinin 46. âyeti, Saffat sûresinin 113. âyeti ve Sâd sûresinin 25. âyetinin tefsirinde de israiliyyât konusuna değinmiştir.
İbn Kesir ve isrâiliyyâtı rivayet edenler. Bil ki tefsir kitaplarında yer alan isrâiliyyâtın çoğu genellikle İsrâiloğullarından Ka'b el-Ahbar'dır. İkinci sırada Vehb b. Münebbih gelir. Ka'b el-Ahbar, Hz. Ömer -radıyallâhu anh-'ın halifeliği döneminde Müslüman olmuştur. Âlimler onun hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Bazıları iyi bir Müslüman oldu, derken, bazıları onun Müslümanlığına kuşkuyla bakmaktadırlar. Güvenilir olduğu varsayılsa bile rivayet ettikleri, bulduğu ve İsrailoğullarının kendi elleriyle yazdıkları kitaplarda bulunan bilgilerdir.
Vehb b. Münebbih ise merfu hadiste (Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'e nispet edilen söz vs.) güvenilirdir. Fakat ehl-i kitaptan yaptığı rivayetler hüccet değildir. Bunlar kendisinden değil, ona nakledilenler kabilindendir. Nitekim konusunda, Nemi sûresinin 44. âyetindeki "Ona (Belhs'a): "Köşke gir" dendi; salonu görünce, onu derin bir su zannetti, eteğini çekti." âyetinin tefsirinde ehl-i kitaptan bazı rivayetler zikretmiş, sonra şöyle demiştir: "Bu tür rivayetlerin Ka'b el-Ahbar ve Vehb b. Münebbih'in -Allah onları affetsin- nakilleri gibi, ehl-i kitabın ellerindeki kitaplarından bu ümmete naklettikleri, olan-olmayan, tahrif edilen, değiştirilen ve neshedilen garip, ilginç ve ucube rivayetlerden olması en kuvvetli ihtimaldir. Allah (c.c) bize daha sahihini, faydalısını ve daha beliğini vererek ona gerek bırakmamıştır. Hamd ve lütuf Allah'a mahsustur. Ibn Kesir, Kehf sûresinin 84. âyetinde de: "... Çünkü Muaviye, Ka'b hakkında şöyle demiştir: Biz onun yalan söylediğini tecrübe ediyoruz, demiştir" demiş ve İbn Abbas -radıyallâhu anh-'m onu yalanlayan sözünü nakletmiştir.
8) İbn Kesir (rh.a)'in senedleri serdedişinin faydası. Bil ki Allah (c.c) Zikr'ini (Kur'an) korumuş ve bunu Kur'an'ı ve peygamberinin Sünnetini korumakla yapmıştır. Bunu ise dinini kendileriyle koruduğu hadis imamlarını ve senet tahlilcilerini bu hizmete amade ederek gerçekleştirmiştir. Onların ileriki dönemdeki imamlarından biri İmam İbn Kesir'dir. O, tefsirine aldığı 7000 kadar hadisin hepsini senetleriyle zikretmiştir. Bu hadislerin çoğu ise yok olan ve elde bulunmayan, çoğu İmam Suyuti'nin döneminden sonra kaybolan kitaplardandır. İbn Ebî Hatim, İbn Münzir, İbn Merdeveyh, Abd b. Humeyd'in tefsiri ve günümüze kadar ortaya çıkmamış başka tefsirler gibi... Gerçi bunlardan sadece İbn Ebî Hatim tefsirinin bir kısmı ortaya çıkmıştır. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
9) Not: Birisi şöyle diyebilir: İbn Kesir, Hadis ilminin hem rivayet ve dirayet alanlarında hadis âlimi, sened ve metinler hakkında bilgi sahibi olduğu halde neden zayıf hadisleri zikretmiştir?
Buna birkaç yönden cevap verebiliriz:
Bir: Zayıf da olsa hadisi, evvelki müfessirler, tefsiri sadedinde olduğu âyetin tefsirinde zikrettikleri için getirir. Nitekim bunu 5399. hadisin tefsiri akabinde söylemiştir.
İki: Kur'an'ı, aşırı zayıf değilse zayıf hadisle tefsir etmek şahsi görüşlerle tefsir etmekten evladır.
Üç: Bazen hadisi, zayıf olduğunu belirtmek için zikreder. Bu, tefsirinde açıktır.
Dört: Zayıf hadisi bazen fakihlerin kendi görüşlerine getirdikleri deliller olarak zikretmiştir. Şu halde o hadisi kendisi delil olarak getirmemekte, o fakihin delili olarak zikretmektedir.
Beş: Getirdiği hadislerin çoğu o konudaki tek hadis değildi. Onlar ya cennet ve nimetlerinin anlatımı, cehennem ve azabının anlatımı veya yüzlerce âyet ve sahih hadisin mânâ itibariyle desteklediği benzeri konulardaki hadislerdir. Konusunda tek olan, yani destekleyen başka hadisler bulunmayan çok zayıf hadisler ise azdır. Merhum, bunların çoğu üzerinde de konuşmuştur. Allah (c.c) da lütfederek bana imkân sağladı da tüm zayıf ve mevzu hadisleri açıkladım. Allah'a hamd ve şükürler olsun.
Tahkik'teki Metodumuz
Kitabı tahkik ederken şunları yaptık:
Bir: Tüm hadislerin tahricini, sahihlik ve zayıflık yönünden derecesini açıklamak.
İki: İsrâiliyyâtlarda, özellikle mânâsı İslâm'a ters ise tenbihte bulunmak.
Üç: Eski baskılardaki basit ve büyük hataları (tashif ve tahrif) düzeltmek. Bu, ilk ciltte çok idi.
Dört: Kitaptan tamamen düşmüş bazı kısımları kitabın birkaç baskısına ve hadis kitaplarına müracat ederek telafi etmek.
Beş: Tefsir esnasında zikredilen (tefsiri yapılmakta olan değil de) diğer âyetlerin sûre isimlerini ve âyet numaralarını belirtmek.
Altı: Bilinmeyen kelimeleri açıklamak.
Yedi: Sadece merfu hadisleri (Resûlullah'a ait hadisler) baştan sona tek bir rakamla rakamlandırmak. Bu, belli bir hadise gönderme yapılmak istendiğinde gönderme yapmayı ve onu bulmayı kolaylaştırır.
Sekiz: Bazı yerlerde açıklama getirmek. Bu, çok azdır.
Dokuz: Merfu hadisler için fihrist.
On: Kitabın başında müellifin biyografisini ve kitabında takip ettiği metodu sunmak.
Abdurrezzak Mehdi
İMAM İBN KESİR'İN HAYATI
O; usta, üretken ve kitaplarıyla insanlara çok faydalı âlim ve büyük mu-haddis; İmaduddin (dinin direği) lakaplı ve Ebu'l-Fida künyeli İsmail b. Amr b. Kesirdir. Aslen Busarili, sonra Dımeşkli ve mezhep olarak da Şafiî'dir. Hicri 710 yılında Busra şehrinin Müceydil kasabasında dünyaya geldi. Babası orada vaizdi. Sonra 706 yılında Dımeşk'e (Şam) geçti ve orada Firkah adıyla ün yapmış Şeyh Burhaneddin el-Fezzari ve başka âlimlerden ders aldı. İbn Süveydi el-Bedr, Kasım b. Asakir ve başka muhaddislerden hadis dinledi. Büyük muhaddis el-Mizzi'nin damadı oldu ve onun ilminden çok istifade etti. Fetva, tedris ve münazara ile meşgul oldu. Fıkıh, tefsir ve nahivde yükseldi, hadis ilminin "raviler" ve "illetler" dallarında derinleşti. Ümmü Mesalih ve Tenkiziyye medreselerinin İmam Zehebî'den sonra başkanlığını yürüttü. Bunu Zehebî, "Tabakatu'l-Huffaz: Büyük muhaddisler" kitabının müsveddesinde zikretmiştir. El-Mu'cemu'l-muhtas'ta da şöyle demiştir: "O sağlam bir fakih, titiz, araştırmacı bir hadisçi ve irdeleyici mü-fessirdir. Faydalı kitapları vardır."
Ben derim ki: Kitaplarından biri "et-Tekmil fi ma'rifeti es-sikati ve'd-duafai ve'l-mecahil"dir. Tehzib ile Mizan kitaplarını birleştirdiği bu kitap beş cilttir. Diğer bir kitabı elli dört cüzden oluşan el-Bidaye ve'n-Nihaye'sidir. "el-Hûda ve's-Sünenu fî ehâdîsi el-Mesânidi ve's-Sünen" kitabında ise İmam Ahmed b. Hanbel, Bezzar, Ebû Ya'la ve İbn Ebi Şeybe'nin müsned kitaplarını toplayıp Kütüb-ü Sitte ile birleştirmiştir. Daha başka kitapları da vardır." (Suyuti'nin Zeylu Tezkiratu'l-Huffaz, s. 57, 58'den).
İmam Suyuti bu kitabın 361-362. sayfalarında da şöyle demiştir: İmam, muhaddis, hafız, faziletler sahibi İsmail b. Ömer b. Kesir. Haccar ve onun tabakasındaki âlimlerden hadis aldı. Ona Karafi ve Huteni icazet verdi. Mizzi'nin elinde yetişti, ondan uzun süre ders aldı ve ilimde üstün kabiliyet sergiledi. Aynı üslupta bir benzeri yazılmamış bir tefsiri vardır. Tarih kitabı, Tenbih kitabındaki hadislerin tahrici, İbn Hacib'in Muhtasar'ındaki hadislerin tahrici kitapları vardır. Şer'î hükümler hakkında büyük bir kitabı vardır, fakat tamamlayamamıştır. Müsned-i Ahmed'deki hadisleri alfabetik sıralamaya dizmiş, onda olmayıp Taberanî ve Ebû Ya'îâ'da bulunan hadisleri eklemiştir. Müsned-i Şeyhayn (Ebû Bekir ile Ömer'in
rivayet ettiği hadisler) kitabı, Ulumu'l-Hadis (Hadis ilimleri, Tabakatu'ş-Şâfiiyye (Şafiî fukahası âlimleri) ve daha başka kitapları vardır. Hicrî 774 yılının Şaban ayında vefat etti.
Zehebî, Muhtasar'ında onu şöyle tanıtır: İmam, müftü, mahir muhaddis, sika, muhtelif ilimlerde uzman, sağlam muhaddis.
İbn Hacer der ki: ''Bilgileri aklına anında getirebilirdi. Telifleri hayattayken İslâm ülkelerinde yayılıp okundu. İnsanlar kitaplarından onun vefatından sonra faydalandılar. O, muhaddislerin âlî sened elde etme, âlî senedle nazil senedi1 birbirinden ayırma ve benzeri alanlara önem veren muhaddislerin yolu üzere değildi. O, fakih muhaddislerdendi. Ben derim ki: Hadis ilminde aslolan, sahih ve illetli hadisleri ve hadislerin illetlerini bilmek, farklı senedlerini ve râvilerini cerh ve tadil açısından kavramaktır. Alî sened, nazil sened ve benzer hususlar ise önemli temel meselelerden değil, lüzumsuz fazlalıklardandır."
İbn Kadı Şehbe, Tabakat'ında şöyle der: Onun İbn Teymiyye ile özel ilişkisi vardı. Onu birçok görüşünde savundu ve takip etti. Boşanma konusunda İbn Teymiyye'nin görüşüne göre fetva verirdi. Bu yüzden işkence ve eziyet gördü. Şaban ayında vefat etti ve Sufiyye kabristanında hocası İbn Teymiyye'nin yanına defnedildi.
İbn Kesir'in biyografisi için Bkz: ed-Dureru'l-Kamine 1/ 374; Davudi, Tabakatu'l-Müfessirin, 1/ 112; Keşfu'z-Zunun, 1/ 439; Şevkani, el-Bedru't-Tali', 1/ 153; Hediyyetu'l-Arifin, 1/ 215.
1 İsnadlar, kendilerini oluşturan râvi sayılarının az veya çok oluşu yönünden iki kısma ayrılır. Kaynağa daha az râvi ile ulaşan isnada âlî, daha çok râvisi olan isnada da nazil denilir (Çevirenin notu).
İMAM İBN KESİR'İN MUKADDİMESİ
Hamd (her türlü övgü ve şükür); kitabına "Hamd, Rahman ve Rahîm olan ve din gününün sahibi Allah'a mahsustur" diyerek başlayan ve şöyle buyuran Allah'a mahsustur: "Hamd olsun Allah'a ki kulu (Muhammed'e), Kitab'ı indirdi ve ona hiçbir eğrilik koymadı. Onu dosdoğru (bir Kitab) olarak indirdi ki katından gelecek şiddetli azaba karşı (insanları) uyarmak ve yararlı işler yapan müminlere kendileri için güzel mükâfat bulunduğunu müjdelemek için onlar orada ebedî kalacaklardır. Ve "Allah evlât edindi" diyenleri de uyarmak için. Ne onların (Allah evlât edindi, diyenlerin), ne de atalarının bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar. " 2
Ki o Allah, yaratmasına da hamdle başlamış ve şöyle buyurmuştur: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar (hâlâ putları) Rableri ile denk tutuyorlar. " 3
Allah (c.c) yaratmasının sonunu da hamdle yapmış, cennetliklerle cehennemliklerin akibetlerini belirttikten sonra şöyle buyurmuştur: "Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile teşbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve "alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun" denilmiştir." 4 Bu yüzden Allah (c.c) "Allah O'dur; O'ndan başka İlâh yoktur. Hamd, dünyada da âhirette de O'nun içindir; hüküm de O'nundur. Yalnız O'na döndürüleceksiniz" buyurmuştur.5 Allah (c.c) yine şöyle buyurmuştur: "Hamd, göklerde ve yerde bulunanların hepsinin sahibi olan Allah'a mahsustur. Âhirette de hamd O'na mahsustur. O, hikmet sahibidir, (her şeyden) haberi olandır. "6 Böylece başta ve sonda, yarattıklarında ve yaratmakta olduklarında hamd yalnız O'nadır. Kişinin namazında söylediği gibi,7 Allah bunların tümünde hamdın (övgü ve şükür) sahibidir:
2 Kehf: 1-5.
3 En'am: 1.
4 Zümer: 75.
5 Kasas: 70.
6 Sebe: 1.
7 Müslim, Sahih'inde (1095), İbn Ebi Evfa'dan -radıyallâhu anh- şöyle rivayet etmiştir: "Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- rükudan doğrulduğunda, "Semiallahu limen hamideh. Allahumme Rabbena ve lekel hamdu mil'essemâvâti..." derdi" (Çevirenin notu).
[1] Allahım, ey Rabbim! Sana gökler dolusu, yer dolusu ve başka dilediğin şeyler dolusu hamd olsun"8
Bu yüzden cennettekilere nefes gibi Allah'ı teşbih ve hamd ilham edilecek. Yani, Allah'ın (c.c) kendilerine büyük nimetlerini, kudretinin kemalini, saltanatının azametini, ihsanlarının kesintisizliğini ve kendilerine iyiliklerinin devamlılığını gördükçe nefesleri sayısınca Allah'ı hamd ve teşbih edecekler. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır: "İman edip güzel işler yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları nimet dolu cennetlerde, alt tarafından ırmaklar akan (saraylara) erdirir. Onların oradaki duası: "Allah'ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz!" (sözleridir). Orada birbirleriyle karşılaştıkça söyledikleri ise "selâm"dır. Onların dualarının sonu da şudur: Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur."9
Hamd, peygamberlerini gönderen Allah'a mahsustur:
"(Yerine göre) müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın! "10
Ki O (c.c) peygamberlerinin sonuncusunu; en açık yolu gösteren Mekkeli Arap ve ümmi peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- kılmıştır. Onu risaletinden kıyamet gününe kadar yaşayacak tüm insanlara ve cinlere göndermiştir. Nitekim Allah (c.c): "De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın elçisiyim. Ondan başka İlâh yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyle ise Allah'a ve ümmî
Peygamber olan Resulüne -ki o, Allah'a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulaşınız." buyurmuştur.11 Allah (c.c) yine:
"Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu" buyurmuştur.12 Dolayısıyla bu kitap, Arap ve Acemden, siyah ve kırmızıdan, insan ve cinden her kime ulaşırsa onun için uyarıcıdır. Bu sebeple Allah (c.c):) "Zümrelerden hangisi onu inkâr ederse, işte cehennem ateşi onun varacağı yerdir" buyurmuştur.13 Böylece bahsettiklerimizden her kim Kur'an'ı inkâr ve reddederse, Allah'ın apaçık belirtmesiyle, varacağı yer cehennemdir. Nitekim Allah (c.c): "(Resulüm!) Sen bu sözü (Kur'an'ı) yalan sayanı bana bırak (kendini üzme). Biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz." buyurmuştur.14
8 Bu sahih bir hadisten bir kısımdır ve inşaallah ileride gelecektir.
9 Yunus: 9, 10.
10 Nisa: 165.
11 A'râf: 158.
12 Enam: 19.
13 Hud: 17.
14 Kalem: 44.
[2] Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve selle: "Ben kırmızıya ve siyaha gönderildim" buyurmuştur.15 Mücahid: Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- insanlar ile cinleri kastetmiştir, demiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem-iki kalabalık cinsin tümüne, insanlar ile cinlere, Allah'ın kendisine bu aziz kitaptan vahyettiklerini tebliğ etmek üzere gönderildi. Ki o kitap için Allah "Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah'tan indirilmiştir"16 buyurmaktadır. Onlara Allah'tan getirdiği vahiy yoluyla, Allah'ın (c.c) onlara Kur'an'ı anlama ve tefekkür etme davetini bildirdi: "Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı."17 Allah (c.c) yine "(Resulüm!) Sana bu mübarek Kitabı, âyetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik." buyurmaktadır.18 Yine: "Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?" buyurmaktadır.19
İşte âlimlerin vazifesi de Allah'ın kelâmının mânâlarını açıklamak, tefsir etmek, mânâlarını yerlerinde arayıp bulmak, öğrenip öğretmektir. Nitekim Allah (c.c): Allah, kendilerine kitap verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!" buyurmaktadır.20 Başka bir yerde de: "Allah'a karşı verdikleri sözü ve yeminlerini az bir bedelle değiştirenlere gelince, işte bunların âhirette bir payı yoktur. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için acı bir azap vardır. "21 İşte Allah bizden evvelki kitap ehlini, Allah'ın kendilerine indirilen kitabından yüz çevirmek, dünyaya yönelip kendini dünya malı biriktirmeye vermek, Allah'ın Kitabı'na uyma emrine uymayıp başka şeylerle meşgul olmakla yermiştir.
Dolayısıyla, ey Müslümanlar, bizlerin de Allah'ın (c.c) onları yerdiği şeylerden sakınıp bize emrettiği "Allah'ın bize indirilmiş kitabını öğrenme ve öğretme, anlama ve anlatma" emrini yerine getirmesi gerekmektedir. Allah (c.c) şöyle buyurur: "İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir. Bilin ki Allah, ölümünden sonra yeryüzünü canlandırıyor. Düşünesiniz diye gerçekten, size âyetleri açıkladık. "22
15 Müslim'in rivayet ettiği ve ileride gelecek bir hadisten bir bölümdür (3. cilt, hadis no: 521).
16 Fussilet: 42.
17 Nisa: 82.
18 Sâd: 29.
19 Muhammed: 24.
20 Âl-i İmrân: 187.
21 Âl-i İmrân: 77.
22 Hadid: 16, 17.
Allah (c.c) buradaki ilk âyetten itibaren, yeryüzünü ölümünden sonra canlandırmasını ifade eden âyeti getirmekle şu uyarıyı yapmaktadır: Allah (c.c) toprağı ölümünden sonra dirilttiği ve canlandırdığı gibi, kalpleri de günah ve masiyetler sebebiyle katılaşmalarından sonra iman ve hidayet ile diriltir. Allah'tan bize bunu yapmasını umuyor ve istiyoruz. Şüphesiz o cömerttir, kerem sahibidir.
Bir Fasıl:
Şayet birisi: "Peki en güzel tefsir yöntemi nedir?" derse;
El-cevap: Tefsirde en doğru yöntem Kur'an'ın Kuranla tefsiridir. Zîra Kur'an'ın bir yerinde kısa ve müphem bırakılan, diğer yerinde açılmış ve açıklanmıştır. Açıklamayı Kur'an'da bulamazsan Sünnet'e başvurmalısın. Zîra Sünnet Kur'an'ın şerhi ve açıklamasıdır. Hatta İmam Şafiî (rh.a) şöyle demiştir: Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in verdiği her hüküm Kur'an'dan anladığıyla verdiği hükümdür. Allah (c.c) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitab'ı hak ile indirdik; hainlerden taraf olma!"23 "Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik. "24 "Apaçık mucizeler ve kitaplarla (gönderildiler). İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kuranı indirdik."25
[3] Bu yüzden Resûlullah -sallailâhu aleyhi ve sellem-: "İyi bilin ki bana Kur'an ve onunla birlikte misli verildi"26-yani Sünnet verildi- buyurmuştur. Sünnet de Resûlullah -sallailâhu aleyhi ve sellem-'e Kur'an'ın inişi gibi vahiyle iner. Fakat o Kur'an-ı Kerîm gibi tilavet edilmez, ibadet olarak okunmaz. Nitekim imam Şafiî (rh.a) ve diğer imamlar buna birçok delil getirmişlerdir ki burası onun yeri değildir.
Anlatmak istediğimiz o ki, sen Kur'an-ı Kerîm'in mânâsını önce Kur'an'ın kendisinde ararsın. Onda bulamazsan Resûlullah -sallailâhu aleyhi ve sellem-'de ararsın. Nitekim Resûlullah -sallailâhu aleyhi ve sellem- de Yemen'e gönderdiğinde Muaz -radıyallâhu anh-'a: "Ne ile hükmedeceksin?" diye sordu. Muaz -radıyallâhu anh- "Allah'ın kitabıyla" dedi. Resûlullah -sallailâhu aleyhi ve sellem-: "Onda bulamazsan?" dedi. Muaz -radıyallâhu anh-: "Allah Resulünün Sünnetiyle" diye cevap verdi. "Onda bulamazsan?" diye sordu. "Kendi görüşüme göre içtihad ederim." dedi. Bunun üzerine Resûlullah -sallailâhu aleyhi ve sellem- göğsüne vurarak "Allah Resûlü'nün elçisini Allah Resûlü'nün razı olduğuna muvaffak kılan Allah'a hamd olsun" buyurdu.27 Bu hadis, geçtiği yerlerde ortaya konduğu gibi, müsnedlerde iyi (ceyyid) senedle rivayet edilmiştir.
23 Nisa: 105.
24 Nahl: 64.
25 Nahl: 44.
26 Sahihtir. Ebû Davud 4604; Tirmizî, 264; Ahmed b. Hanbel 4/132; İbn Hibban 12; Makim 1/109 Mikdam b. Ma'diyekrub'dan rivayet etmişlerdir. Senedi hasendir. Hâkim sahih olduğunu kaydetmiş, Zehebî onun görüşüne katılmıştır. Hadisin birçok şahidi vardır.
27 Ebû Davud, 3592, Tirmizî, 1327, Ahmed b. Hanbel 5/ 230, 242 ve Beyhakî 10/114 rivayet etmişlerdir.
Kur'an-ı Kerîm'de de, Sünnet'te de herhangi bir açıklama ve tefsir bulamazsak sahabilerin sözlerine başvururuz. Çünkü onlar bunu daha iyi bilirler. Zîra sadece onlara mahsus "karine ve alametlere tanık olmaları" yanında "tam anlayış, doğru ilim ve salih amel" hasletlerine sahiptirler. Özellikle de dört imam, hulefa-i raşidin, hidayete erdirilmiş imamlar ve Abdullah b. Mesud gibileri (Allah onlardan razı olsun).
Nitekim İmam Taberî, Mesruk kanalıyla İbn Mes'ud -radıyallâhu anh-'tan şöyle rivayet etmiştir: "Kendinden başka İlâh olmayana yemin ederim ki, Allah'ın Kitabı'ndan hangi âyet inmişse ben onun kim hakkında ve nerede indiğini biliyorum. Allah'ın Kitabı'nı benden daha iyi bilen birinin bineklerin ulaşabileceği bir yerde olduğunu bilseydim, ona mutlaka giderdim." Yine İbn Mes'ud -radıyallâhu anh-'tan şöyle rivayet edilmiştir: "Bizden biri on âyet öğrendiğinde mânâlarını öğrenip onlarla amel etmedikçe diğerlerine geçmezdi." Abdurrahman es-Silmi der ki: Bize Kur'an okutanların anlattıklarına göre; kendileri Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'den Kur'an öğrenirlerken, on âyet öğrenince ondakilerle amel etmedikçe diğerine geçmezlerdi. Onlar şöyle dediler: Böylece Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- bize Kur'an'ı ve onunla amel etmeyi birlikte öğretirdi.
Kur'an âlimi bir diğer büyük sahabi, Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in duasının bereketiyle Kur'an'ın tercümanı olmuş, amcasının oğlu, âlim sahabi Abdullah b. Abbas -radıyallâhu anh-'tir.
[5] Zîra Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- onun için: "Allahım! Onu dinde fakih kıl ve ona te'vili (tefsir) öğret" buyurmuştur.28
İmam Taberî, İbn Mes'ud -radıyallâhu anh-'tan: "Evet, o Kur'an'ın tercümanı İbn Abbas'tır" dediğini rivayet etmiştir. Sonra Mesruk'tan, İbn Mes'ud -radıyallâhu anh-'ın "Evet. Kur'an'ın tercümanı İbn Abbas'tır" dediğini rivayet etmiştir. Sonra A'meş kanalıyla gelen İbn Mes'ud -radıyallâhu anh-'ın aynı sözünü rivayet etmiştir.
İbn Mes'ud'a -radıyallâhu anh- varan bu senet sahih olup onun İbn Abbas -radıyallâhu anh- hakkında böyle söylediği sabittir. İbn Mes'ud -radıyallâhu anh- hicri 36 yılında vefat etti ve İbn Abbas -radıyallâhu anh- ondan sonra 36 yıl daha yaşadı. İbn Abbas -radıyallâhu anh-'ın İbn Mes'ud -radıyallâhu anh-'dan sonra elde ettiği ilimlerin ne kadar olduğunu artık sen hesap et!
28- Sahihtir. Ahmed b. Hanbel 1/266,314 ve İbn Hibban 7055 İbn Abbas -radıyallâhu anh-'tan, Buhârî ile el-Müslim'in standartlarında sahih senetle rivayet etmişlerdir. Buhârî'nin rivayetinde sadece, "Allahım! Ona Kitab'ı öğret" ifadesi bulunmaktadır ve bu iki defa tekrarlanmıştır (143). Müslim'in rivayetinde ise bu söz bir olayda geçmektedir ve dua şu lafızladır: "Allahım! Onu dinde fakih eyle!."
A'meş, Ebû Vail'den şöyle rivayet etmiştir: Ali -radıyallâhu anh- hac mevsiminde yerine Ibn Abbas'ı -radıyallâhu anh- tayin etti. Ibn Abbas -radıyallâhu anh- bir hutbe verdi ve hutbesinde Bakara sûresini- başka bir rivayette, Nur sûresini-okudu ve öyle bir tefsirini yaptı ki onu Rumlar, Türkler ve Deylemliler dinleseydi Müslüman olurlardı.
Onun için İsmail b. Abdurrahman es-Süddi'nin (Büyük Süddî) tefsirinde-ki nakillerin büyük çoğunluğu bu iki kişiden, İbn Mes'ud ile İbn Abbas'tandır. Ancak bazen onların Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in iznine binaen ehl-i kitaptan yaptıkları nakilleri de zikreder.
[6] Zîra Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Benden bir âyet dahi olsa tebliğ ediniz. İsrâiloğullanndan nakledebilirsiniz, bunda bir mahsur yoktur. Kasten aleyhime yalan söyleyen kimse de cehennemdeki yerine hazırlansın."29 Bunu İmam Buhârî, Abdullah b. Amr'dan rivayet etmiştir. Bu yüzden Abdullah b. Amr -radıyallâhu anh- Yermuk savaşında iki hayvan yükü dolusu kitap ganimet almıştı ve bu hadisteki izinden dolayı bunlardan anladığı şekilde nakiller yapar ve rivayette bulunurdu.
Ancak israiliyat türü bu rivayetler delil değil, sadece destekleyici şahit olarak getirilebilir. Zîra israiliyat rivayetleri üç kısımdır:
Bir: Elimizdeki, onun doğruluğuna tanıklık eden bilgilere binaen doğru olduğunu bildiğimiz rivayetler. Bunlar doğrudur.
İki: Elimizdeki bilgilerle uyuşmamasından dolayı yalan olduğunu bildiğimiz rivayetler.
Uç: Hakkında herhangi bir şey söylenemeyen, ne ilk ne ikinci kabilden olan rivayetler. Bunlara ise ne inanır, ne de yalanlarız. Anlatmakta ise, daha önce geçen hadisten dolayı bir beis yoktur. Bunların çoğu, dini hiçbir faydası bulunmayan şeylerdir. Bu yüzden ehl-i kitap âlimleri kendi aralarında çok ihtilaf etmişlerdir ve dolayısıyla müfessirlerden farklı şeyler rivayet edilmiştir. Bu tür israiliyata örnek, onların Ashab-ı Kehf'in isimleri, köpeklerinin rengi, sayıları, Musa (a.s)'ın asasının hangi ağaçtan olduğu. İbrahim (a.s)'ın yarattığı kuşların isimleri, (İsrâiloğullarından yeğeni tarafından) öldürülen adama kesilen ineğin neresinin vurulduğu, Musa (a.s)'ın konuştuğu ağacın hangi ağaç olduğu gibi, Kur'an'in kapalı bıraktığı, belirlenmesinin de mükelleflere ne dünyalarında ne dinlerinde hiçbir fayda getirmeyeceği şeylerdir. Fakat onların bundaki ihtilaflarını zikretmek caizdir. Nitekim Allah (c.c) da, şu âyet-i kerimede olduğu gibi onlardan bu tür nakilde bulunmuştur: "(insanların kimi:) Onlar üç kişidir; dördüncüleri de köpekleridir" diyecekler; yine: "Beş kişidir; altıncıları köpekleridir" diyecekler. (Bunlar) bilinmeyen hakkında tahmin yürütmektir. (Kimileri de:) "Onlar yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir" derler.
29 Sahihtir. Buhârî, 3461; Tirmizî, 2669; Ahmed b. Hanbel 2/ 202: Ibn Hibban, 2656.
De ki: Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir. Onlar hakkında bilgisi olan çok azdır. Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme ve onlar hakkında (ileri geri konuşan) kimselerin hiçbirinden malumat isteme."30 âyet-i kerime bu durumlarda uyulması gereken edebi içermekte ve böylesi bir durumda ne yapılması gerektiği öğretilmektedir. Zîra Allah (c.c) burada onlardan üç görüş nakletmiştir. İlk iki görüşü çürütmüş, sonuncusunda ise susmuştur. Bu da onun doğru olduğunu göstermektedir. Zîra doğru olmasaydı, ilk ikisi gibi buna da cevap verirdi. Sonra onların sayısını bilmenin hiçbir faydasının bulunmadığını belirterek "De ki: Rabbim sayılarını daha iyi bilir." buyurmuştur. Zîra bunu Allah'ın (c.c) haberdar ettiği çok az insan bilir. Onun için "Öyle ise Ashâb-ı Kehf hakkında, delillerin açık olması haricinde bir münakaşaya girişme" buyurmuştur. Yani kendini hiçbir fayda getirmeyecek şeylerde yorma, onlara bunu sorma. Çünkü onların bilgileri yoktur ve "bilinmeyen hakkında tahmin yürütmek" ten başka bir şey yapmıyorlar. İhtilaf halinde yapılacak en güzel şey işte budur: O konudaki görüşleri zikretmen, sonra onların sahihi ile bâtıl olanlarını belirtip ardından ihtilafın fayda ve semeresini zikretmen. Böylece hiçbir faydası bulunmayan hususlarda çekişme ve tartışmaların uzamasının ve en önemli şeyleri bırakmanın önüne geçilmiş olur. Bir meseledeki ihtilafa değinen kimse, insanların görüşlerinin tamamını bilmiyorsa eksik yapmış olur. Çünkü doğru olan, terk ettiği görüş olabilir. Veya ihtilafı tam zikredip bırakır ve doğru olanını belirtmezse bu da eksiktir. Doğru olmayanı doğru diye söylerse; eğer bunu bile bile yapıyorsa kasten yalan söylemiş, bilmeyerek yapıyorsa hata işlemiş olur. Aynı şekilde faydası olmayan husustaki farklı görüşleri zikreden veya sonuçta mânâ itibariyle bir veya iki görüşe dönen birçok görüş zikreden kimse de zamanını boşa harcamış ve doğru olmayan birçok şey yapmış olur. O, iftira elbisesi giymiş kimse gibidir. Doğruya muvaffak kılan ancak Allah'tır.
Süfyan b. Uy ey ne, Abdullah b. Ebi Yezid'den şöyle rivayet etmiştir: İbn Abbas -radıyallâhu anh-'a Kur'an'daki bir âyet sorulduğunda, Kur'an'dakine göre cevap verirdi. Kur'an'da yoksa Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'den onun hakkında gelen bir hadis varsa onu söylerdi. Yoksa Ebû Bekir -radıyallâhu anh- ve Ömer -radıyallâhu anh-'tan naklederdi. O da yoksa kendi içtihadıyla ulaştığı görüşünü söylerdi.
Bir Fasıl (Tefsirde İhtiyatlı Olmak):
Ayetin tefsirini Kur'an ve Sünnet'te bulamazsan, sahabelerde de bulamazsan; birçok imam bunda tabiînin görüşlerine başvurmuşlardır.
Bunlardan biri Mücahid b. Cebr'dir. Zîra o, tefsirde müthiş biriydi. Nitekim Muhammed b. İshak'ın ondan yaptığı bir rivayete göre o şöyle demiştir: Ben İbn Abbas'a Kur'an'ın başından sonuna tamamını sundum. Her âyette onu durduruyor ve âyet hakkında sorular soruyordum.
30 Kehf: 22.
İmam Taberî, Ebû Müleyke'den şöyle rivayet etmiştir: Mücahid'i, İbn Abbas'a Kur'an'ın tefsirini sorarken gördüm. Elinde yazı levhaları vardı. İbn Abbas -radıyallâhu anh- ona: Yaz, diyordu. Böylece ona tefsirin tamamını sordu. Bu yüzden Süfyan-ı Sevrî şöyle derdi: Tefsir sana Mücahid'den gelmişse, o sana yeter.
Diğer örnekler Said b. Cübeyr, İbn Abbas -radıyallâhu anh-'ın azatlı kölesi İkrime, Atâ b. Ebi Rebah, Hasan-ı Basri, Mesrûk b. Ecda', Said b. Müseyyeb, Ebû Aliye, Rebi' b. Enes, Katâde, Dahhak b. Müzahim ve diğer tabiîn, tebei tabiîn ve daha sonraki asırlardaki âlimlerdir.
Bazen bunların görüşleri zikredildiğinde ifadeler arasında farklılıklar meydana gelir. Bilgisi olmayan kişi de bunu ihtilaf sanıp farklı görüşler olarak nakleder. Oysa öyle değildir. Zîra onlardan kimisi bir şeyi sonucuyla veya bir örneği ile zikrederken, kimisi bizzat o şeyi zikreder. Çoğu yerde de hepsi aynı mânâdadır. Akıllı kişi buna dikkat etsin. Doğruya ileten ancak Allah'tır.
Şu'be b. Haccac ve başkaları şöyle demişlerdir: Tabiînin görüşü fıkhi meselelerde hüccet değilken tefsirinde nasıl hüccet olur? Şu'be onlara muhalif görüştekilere karşı hüccet olmamasını kastetmiştir. Bu doğrudur. Ama bir şeyde ittifak etmişlerse hüccet olduğunda şüphe edilmez. İhtilaf etmişlerse görüşleri ne birbirlerine ne de sonra gelenlere karşı hüccet sayılmaz. Onda Kur'an'ın diline veya Sünnet'e veyahut Arapçanın genelliğine ya da o konudaki sahabilerin görüşlerine başvurulur. Kur'an'ı tamamen kendi görüşüne dayanarak tefsir etmek ise haramdır. Zira;
[7] İmam Taberi'nin İbn Abbas -radıyallâhu anh-'tan rivayet ettiğine göre Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Her kim Kur'an hakkında kendi görüşüne göre veya bilgisi olmayan şeylerle konuşursa cehennemdeki yerini hazırlasın." Bunu Tirmizî ve Nesâî birkaç tarikle Süfyan-ı Sevrî kanalıyla bu şekilde rivayet etmişlerdir. Ebû Davud da Müsedded kanalıyla Abdul'a'la'nın rivayetiyle rivayet etmiştir. Tirmizî: Hasen hadistir, demiştir31. İmam Taberî bunu Abdul'a'la'dan bu şekilde Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in sözü olarak rivayet etmiştir. Ancak Muhammed b. Humeyd, Abdul'a'la'dan, İbn Abbas -radıyallâhu anh-'ın kendi sözü olarak rivayet etmiştir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
[8] İmam Taberî, Cündüb -radıyallâhu anh-'tan Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Kim Kur'an hakkında kendi görüşüyle bir şey söylerse hata eder"32. Bunu Ebû Davud, Tirmizî ve Nesâî, Süheyl b. Ebi Hazm el-Kut'î'nin rivayetiyle zikretmişlerdir. Tirmizî: Bu hadis gariptir. Bazı ilim erbabı Süheyl hakkında (olumsuz) konuşmuşlardır, demiştir.
31 Sünen-i Tirmizî, 2952; Sünen-i Nesâî, 8084; Sünen-i Ebi Davud, 3652.
32 Ebû Davud, 3652; Tirmizî, 2953; Nesâî, Sünen-i Kübrâ, 8086; Taberî, 80. Hepsi Cündüb'ün -radıyallâhu anh- rivayeti olarak zikretmişlerdir.
[9] Bunların başka bir rivayetindeki hadisin ifadesi şöyledir: "Her kim Allah'ın Kitabında kendi görüşüyle bir şey söylerse isabet etse bile hata etmiştir."33 Çünkü kendisini bilgisi olmayan bir şeyde zorlamış, emrolunmadığı bir yola girmiştir. Dolayısıyla haddi zatında doğruya denk gelse bile hata etmiş sayılır; çünkü ona kapısından girmemiştir. Bu, insanlar arasında bilgisizce hükmeden kimsenin, verdiği hüküm vakıada doğru olsa bile cehennemlik olması gibidir. Fakat günahı, hata etme durumunda daha az olur. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Nitekim Allah (c.c) zina isnadında bulunanları yalancılar adıyla anmış ve şöyle buyurmuştur: "Madem ki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler"34. Buna göre haddi zatında zina etmiş olsalar da onlara zina isnadında bulunan kimse yalancıdır. Çünkü o, kendisi bilmiş olsa da söylemesi helâl olmayan şeyi haber vermiştir. Zîra bu, kişinin bilmediği bir konuya girmesidir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
Bu yüzden seleften bazıları bilgileri olmayan hususlarda konuşmaktan çekinmişlerdir. Nitekim Şu'be kanalıyla gelen bir rivayette Ebû Bekir -radıyallâhu anh-şöyle demiştir: "Allah'ın Kitabı'yla ilgili olarak bilmediğim bir şey söylersem beni hangi yer barındırır ve hangi gök gölgeler?." İbrahim et-Teymi'den şöyle rivayet edilmiştir: Ebû Bekir -radıyallâhu anh-'a (Meyveler ve mer'alar)35 âyeti soruldu da o "Allah'ın Kitabı hakkında bilmediğim bir şey söylersem beni hangi gök gölgeler ve hangi yer barındırır?" dedi. Bu munkatı' (senedinde kopukluk bulunan) bir rivayettir.
Enes -radıyallâhu anh-'dan rivayet edildiğine göre Ömer b. Hattab -radıyallâhu anh- minberde "Meyveler ve mer'alar (ebb) bitirdik"36 âyetini okudu ve "İlki meyvedir, onu biliyoruz. Fakat Ebb nedir?" dedi. Sonra kendi kendine: Bu kendini zorlamanın ta kendisidir ey Ömer! dedi. Abd b. Humeyd, Enes -radıyallâhu anh-'tan şöyle rivayet etmiştir: Biz Ömer b. Hattab'ın yanındaydık. Gömleğinin sırt kısmında dört yamalık vardı. " Meyveler ve mer'alar (ebb) bitirdik"37 âyetini okudu ve "Ebb nedir?" dedi. Sonra: "Bu kendini zorlamadır. Onu bilmezsen sana ne zararı olur ki?" dedi. Bu durum, "ebb"den ne kastedildiğini öğrenmeye çalıştıkları şeklinde yorumlanır. Çünkü "Ebb"in yerde yeşeren bir bitki olduğu açıktır, bilinmeyen bir şey değildir. Zîra Allah (c.c) Bu suretle orada ekinler bitirdik, üzümler, yoncalar..."38 buyurmuştur.
İbn Ebi Müleyke'den şöyle rivayet edilmiştir: İbn Abbas -radıyallâhu anh-'a öyle bir âyet soruldu ki size sorulsaydı ona cevap verirdiniz.
33 Aslında bir önceki nottaki muhaddislerin tümü hadisi bu lafızla rivayet etmişlerdir. İlk lafzı ise onların hiçbirinde bulamadım. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
34 Nur: 13.
35 Abese: 31.
36 Abese: 31.
37 Abese: 31.
38 Abese: 27, 28.
Abd b. Humeyd, Enes -radıyallâhu anh-'tan şöyle rivayet etmiştir: Bir adam, Ibn Abbas -radıyallâhu anh-'a "Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar. "39 âyetindeki "bin yıl"ı sordu, İbn Abbas -radıyallâhu anh-: "Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar"40 buyruğunda kastedilen gün nedir? diye sordu. Adam: Bana anlatman için onu ben sana sordum, dedi. İbn Abbas -radıyallâhu anh-: Bunlar Allah'ın (c.c), Kitabında zikrettiği iki gün olup ne olduğunu Allah bilir, dedi. Bilmediği şeyi söylemek istemedi.
Yine İmam Taberî, Velid b. Müslim'den şöyle rivayet etmiştir: Talk b. Habib, Cündüb b. Abdullah'a gelerek Kur'an'dan bir âyetin mânâsını sordu. Cündüb: Allah aşkına eğer Müslüman isen yanımdan çekip gitmeni veya benimle oturmamanı istiyorum, dedi.
Rivayete göre Said b. Müseyyeb'e Kur'an'ın bir âyetinin tefsiri sorulduğunda "Biz Kur'an hakkında hiçbir şey söylemiyoruz" derdi. Leys'in Yahya b. Said'den rivayet ettiğine göre; Said b. Müseyyeb Kur'an'dan ancak bilinen şeyler hakkında konuşurdu. Şu'be, Amr b. Mürre'den şöyle rivayet etmiştir: Bir adam Said b. Müseyyeb'e Kur'an'ın bir âyetinin mânâsını sorunca o "Bana Kur'an'dan mı soruyorsun? Kendisine Kur'an'dan hiçbir şeyin kapalı olmadığını iddia eden adama sor" dedi.
Yezid b. Ebi Yezid der ki: Biz Said b. Müseyyeb'e helâl ve haramlardan sorardık ve o, bu konuda insanların en bilgilisiydi. Ona Kur'an'dan bir âyet sorduğumuzda ise bizi duymazlıktan gelip susardı.
Taberî, Ubeydullah b. Ömer'den şöyle rivayet etmiştir: Vallahi ben Medine fukahasına eriştim. Onlar tefsirde konuşmayı çok büyük (önemli, tehlikeli) bir iş sayıyorlardı. Onlardan bazıları, Salim b. Abdullah, Kasım b. Muhammed, Said b. Müseyyeb ve Nafi idi.
Hişam b. Urve'den şöyle rivayet edilmiştir: Babamın Allah'ın Kitabından bir âyeti bile te'vil (açıklama, tefsir) ettiğini işitmedim. Muhammed b. Şirin der ki: Abide es-Selmani'ye Kur'an'ın bir âyetini sordum, "Kur'an'ın ayetlerinin hangi olaylarda ve ne münasebetle indiğini bilenler geçip gittiler. Allah'tan kork. Sen istikamet üzere olmaya bak" dedi.
Abdullah b. Müslim b. Yesar, babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Allah'tan (Kitabından) bahsedeceğin zaman öncesine ve sonrasına bakmadan konuşma!"
39 Secde: 5.
40 Mearic 4.
Muğire, İbrahim'den şöyle rivayet etmiştir: Arkadaşlarımız tefsirden korkarlar ve çekinirlerdi.
Şa'bi şöyle demiştir: Her ne âyet varsa onun hakkında (bilenlere, âlimlere) sordum. Fakat o aziz ve celil olan Allah'tan nakletmektir.
Mesrûk'tan şöyle rivayet edilmiştir: Tefsir hakkında Allah'tan korkun. Zîra o, Allah'tan haber nakletme mânâsı taşır.
Selefin önde gelenlerinden bu ve benzeri sahih rivayetler, onların, tefsirde bilgisizce konuşmaktan çekindikleri mânâsında yorumlanır. Kişinin sahip olduğu lügat ve şeriat bilgisi ışığında konuşmasında ise hiçbir beis yoktur. Onun için bunlardan ve başkalarından âyetleri tefsir ettikleri sözler de rivayet edilmiştir. Bunda bir çelişki yoktur. Zîra onlar bildiklerinde konuşmuşlar, bilmedikleri şeylerde susmuşlardır. Herkesin yapması gereken de budur. Zîra bilmediği şeyde susmak vacip olduğu gibi bildiği şeyde konuşmak da vaciptir. Zîra Allah (c.cj "Onları mutlaka insanlara açıklayacak ve gizlemeyeceksiniz." buyurmuştur.41 ( ibni kesir tefsiri seti, polen yayınları tefsir kitap, muhtasr ibn kesir tefsiri 7 cilt , ibni kesir tefsir kitabı, islami kitap, muhtasar ibn kesir şamua, ibni kesir takım, efsir külliyatı, karınca polen yayın, 7 cit takım, imam hafız ibn kesir )