Kitap İslam Tarihi Asrı Saadet, 2 Cilt Set
Yazar Mevlana Şibli, Süleyman Nedvi
Tercüme Ömer Rıza Doğrul
Kağıt Cilt Şamua Ivory kağıt - Kalın Lüks sert cilt, 2 Cilt takım
Sayfa Ebat 1.961 sayfa - 16,5x22.5 cm
Yayın Yılı 2019
Kapı yayınları, 2 Cilt İslam Tarihi kitabı nı incelemektesiniz.
Mevlana Şibli, Süleyman Nedvi İslam Tarihi hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
İslamiyet
İslamiyet’in medeniyete ve insanlığa hizmetini hakkıyla görmek isteyen herkes bu eseri okumalı.
İnsanlık Hazreti Muhammed kadar büyük, şerefli bir tarihi simayı görmemiştir. Bunun içindir ki bütün faziletli kimseler, o ulu peygamberin hayatını tahlil etmek için uğraşmışlar, onun bütün söz ve davranışlarını kayıt altına almaya çalışmışlar, onun fıtratının yüceliğini göstermek istemişlerdir.
İşte İslam Tarihi bütün bu kural ve usullere uygun olarak yazılmış emsalsiz bir eserdir.
Ömer Nasuhi Bilmen
İslam Tarihi ismini taşıyan muazzam kitapla karşılaşınca birdenbire zihnimde geniş bir kamaşma oldu. Yaban gözlerimin verdiği ıstıraba bakmayarak her yaprağında başka bir âlemin penceresi açılan tarihi okudum.
Hakkı Süha Gezgin
İtiraf edeceğiz ki bu eseri her kim okursa okusun önyargılı olmamak kaydıyla, hakkında takdirden başka bir söz söyleyemeyecektir.
Kâzım Nami Duru
Bu eseri okuyan her Müslüman, Hazreti Peygamberin hayatına ve yaydığı dinin yüceliğine bir kat daha inanacak ve sarılacaktır.
H. Mehmed Avni
YAYINCININ NOTU
İslam Tarihi: Asr-ı Saadet (I-V, İstanbul 1928) serisinin ilk iki cildini Mevlâna Şiblî'nin (ö. 1914), son iki cildini talebesi Süleyman Nedvî'nin (ö. 1953) kaleme aldığı Sîretü'n-nebî adlı eserin tercümesidir. Hindistanlı yakın arkadaşı Zafer Hasan Han'ın, Amerika'da basılmak üzere hazırladığı İngilizce tercümesinde yer yer ilavelerle hazırlanan eserin I. cildi "Peygamberimizin Sîreti", II. cildi "Hazre-ti Muhammed'in Peygamberliği ve Şahsiyeti", III ve IV. ciltleri "Peygamberimizin Ruhani Hayatı" alt başlıklarıyla Türkçeye çevrilmiştir.
Ömer Rıza Doğrul, Süleyman Nedvî'nin Hz. Aişe hakkında yazılan eserini, İslam Tarihi: Asr-ı Saadet -Hazreti Aişe adıyla tercüme ederek seriyi beş cilt olarak tamamlamıştır. Ömer Rıza Doğrul, İslam Tarihi: Sadr-ı İslam (VI-IX, İstanbul 1928) adıyla neşrettiği ikinci serisinin VI. cildi Hz. Ebu Bekir'e ayrılmış olup kendisi tarafından yazılmıştır. Hz. Ömer'e dair VII. cilt ise Ömer Rıza Doğrul'un evvelce Mevlâna Şiblî'den tercüme ederek önce 1926 yılında, daha sonra gözden geçirerek 1927'de yeniden yayımladığı eserdir.
Serinin yine Ömer Rıza Doğrul tarafından telif edilerek bir arada basılan VIII. ve IX. ciltleri Hz. Osman ve Hz. Ali'ye ayrılmıştır. X. cilt ise daha sonra yeni yazıyla ve İlk İhtilâf ve İhtilâller alt başlığıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1935). Biz de yapılan bu tasnife uygun olarak ilk beş cildi İslam Tarihi: Asr-ı Saadet, ikinci beş cildi de İslam Tarihi: Sadr-ı İslam adıyla günümüz Türkçesine uygun olarak bir araya getirip okuyucuyla buluşturmanın ne denli önemli olduğunun bilinciyle yayımlıyoruz.
KİTABIN YAZARI MEVLÂNA ŞİBLÎ NUMANÎ'NİN ÖZGEÇMİŞİ*
En seçkin eserlerinden birini Türkçeye tercüme ettiğimiz Mevlâna Şiblî Nu-manî, Batı'dan taşan fikirlerin Doğu ve İslam âlemine ait her aziz şeyi tehdit ettiği sırada Hindistan'da yetişen büyük bir âlim ve mütefekkirdir. O, Hint Müslüman-larını yenilenmeye mazhar etmiş ve onların yabancı hâkimiyeti ve kahrı altında yaşadıkları hâlde manevi ve edebi özgürlüklerini korumalarına sağlamıştır.
Şiblî, 1857 yılında Hindistan'ın Akra ve Uda adındaki birleşik iki vilayetin bir kasabası olan Azamgarh'da doğmuştur. Asil bir aileye mensuptur. Devrinin en iyi hocalarında okuyan ve en mükemmel okullarını bitiren üstat, 1876'da Arap ve İran edebiyatında, hadis ve fıkıhta, felsefede derya olmuştur. Onun henüz öğrenim gördüğü sıralarda gösterdiği yüksek zekâ, geleceğinin parlaklığını da müjdelediği için kendisine "aslan yavrusu" anlamında olan "Şiblî" namı verilmişti. Aslında Şib-lî'nin üstadı olan Muhammed Faruk'a da o zaman "aslan" deniliyordu.
Mevlâna Şiblî, öğrenimini tamamladığı sene olan 1876'da haccetmek için Mek-ke-i Mükerreme'ye gitmiş, oradan da Ravza-i Mutahhara'yı ziyaret için Medine-i Münevvere'ye giderek orada bulduğu kütüphanede okumaya ve araştırmaya dalmıştı. Hindistan'a dönünce mahkemeler karşısında vekâlet etmek için gereken imtihanı vermişse de fıtrat onu bu meslekle meşgul olmak için yaratmamıştı. Aksine o, önce bir şair ve edebiyatçı olarak öne çıktıktan sonra eser vermeye başlamış ve özellikle tarih ile kelam ilmine dair eserler yazmıştı. Bunun ardından henüz yirmi beş yaşında iken 1882'de Aligarh Üniversitesi'nin Arapça ve Farsça hocalığına tayin olunmuştu. Daha sonra üstat, Haydarâbâd hükümetinin milli eğitim idaresinde edebiyat ve fünûn müdürlüğünü yapmıştı. 1904'de Şah Veliyyul-lah'ın öğrencileri tarafından kurulan ve din öğrenimi ile çağdaş bilimler tahsilini bir arada vermek üzere kurulmuş bir müessese olan Nedvetü'l-Ulema'ya katıldı. Fakat Hindistan hükümeti bu kuruma tahammül edemediğinden 1913 yılında oradan istifa etmeye mecbur bırakılmıştı.
Şeyh Şiblî, Aligarh Üniversitesi'nde ders vermekteyken 1896 yılında İstanbul'u ziyaret ederek, İstanbul kütüphanelerinde Hazreti Ömer ve diğer eserleri için araştırmalarda bulunmuştu. Onun sahip olduğu edebi başarılar, Hindistan'da fevkalade beğeni topladığından dolayıdır ki 1894'de Pencap Üniversitesi kendisine "Şemsü'l-Ulema" yani âlimlerin güneşi unvanını vermişti. Kendisi 1908 yılında Londra'daki Kraliyet Asya Akademisi'ne üye olarak kabul edilmiş ve Edinburgh şehrinde İslam Toplumu Reisliği görevini yerine getirmişti.
Bu yazı İslam Tarihi serisinin 7. cildi olan Hazreti Ömer kitabının sonunda yer almaktaydı. Buraya koymayı uygun bulduk. (Yay. N.)
1899 yılında İtalya'da toplanan Şark Konferansı'na davet edilmişse de hastalığı dolayısıyla katılamamıştı. 1913'de Medine-i Münevvere'de kurulan Medrese-i Külliye için bir program düzenlenmesine davet edildiği gibi 1900'da Afgan Emiri Abdurrahman Han tarafından Afganistan eğitim ve öğretimini düzeltmeye davet edilmişti. Esasen İngiltere, Fransa, Almanya, Türkiye, Mısır, Suriye âlimleri çeşitli ilmi ve edebi meseleler hakkında fikir vermesi için üstat hazretlerine müracaat ederlerdi.
Mevlâna Şiblî, Hindistan'da fikri bir değişim meydana getirmek hususunda ancak ŞeyhüT-Hind Mevlâna Mahmud el-Hasen, VekarüT-Mülk gibi kimselere nazaran ikinci derecede kalabilir. Onun en önemli başarılarından biri, Hindistan'daki Müslüman bütün gazetecilerden oluşan bir birlik kurması ve bugünkü Hindistan Müslümanlarının hareketini buna dayandırmasıdır.
Öğrencileri, onun doğum yeri olan Azamgarh'da, onun adına DarüT-Musan-nifîn adı verilen ve birçok kıymetli eserin toplanması, yazılması başarısını gösteren ilmi bir müessese kurmuştur.
Mevlâna Şiblî'nin edebi, felsefi, tarihi eserleri genellikle Hindistan'ın Urdu diliyle yazılmıştır. Silsile-i Nâmverân-ı İslam adıyla yazdığı eserler arasında şunlar vardır:
1890 yılında yazdığı el-Me'mûn, 1892'de yazdığı Siretü'n-Numan, 1898'de yazdığı Hazreti Ömer, 1900'da yazdığı Gazali. Ayrıca şu eserleri bulunmaktadır:
Sevanih-i Mevlâna-yı Rum, Kelam, İlmi Kelam, Şam ve Türkiye Seyahati Hatıraları, Cizye, İskenderiye Kütüphanesi, Evrengzîb, Şi'rü'l-Acem, Siret-i Nebevi. Üstat bunların hepsini Urdu diliyle yazmıştır. Arapça yazdığı eserler arasında Is-kâtü'l-Mu'tedi, Bed'ü'l-lslam, el-Cizye, en-Nakd alâ Tarihü't-Temeddün el-İslami adlı eserleriyle Arapça gazetelerde yayımlanan makaleleri vardır.
Üstadın Farsça ile Divan ı Şiblî, Deste-i Gül ve Bûy-ı Gül adlı eserleri vardır. Mevlâna Şiblî en-Numanî, 1914 yılı Teşrinisani'sinin on yedinci günü ebedi âleme göçmüştür. Allah rahmeti ile muamele etsin.
Ömer Rıza
Mütercimin Önsözü
Biz bu eseri, çağdaş neslin önemli bir ihtiyacını karşılamak amacıyla kaleme alıyoruz. Uzun bir zamandan beri, ilmi araştırmalara dayanan, vehim ve hurafelerden uzak, elimizdeki kaynakları inceleme ve eleştirme sonucunda elde edilen düşüncelerin ürünü, irfan kütüphanemizi dolduracak eserlerle Batı'nın ve çağdaş yazarların eserlerini karşılaştıran tarihî eserleri telif eden çıkmıyor. Özellikle islâm tarihini yazmak, kimsenin yalnız başına başaramayacağı bir iş oldu. Eldeki kaynaklar o kadar çok; bunları birer birer okumak, ilmî usûl çerçevesinde hakikatleri bulup çıkarmak, sonra bunları birbirine bağlamak o kadar zor ki bu iş uzun ömürler tüketir. Eski kitapları okumakla yetinebilsek yeni çabaya gerek kalmazdı. Hâlbuki eski kitapları uzmanlarından başka kimsenin açmasına imkân yoktur. Herkesin okuyup istifade edeceği eserler ise bulunamamaktadır. Fakat her Müslümanın, her aydın insanın islâm tarihini tanıması ve bilmesi kadar doğal bir şey olamaz, özellikle, islâm tarihinin Asr-ı Saadet devri, bizim için tarihî devirlerin en önemlisi, en heyecanlısı ve en büyüğüdür. Bu devrin bizim maneviyatımızla alakası, en samimi alakadır. Bu devir bize dinimizin nasıl ortaya çıktığını, Peygamberimizin ve ilk Müslümanların nasıl yaşadıklarını, Müslümanlığın nasıl kökleştiğini ve neler öğrettiğini gösterir. Bütün islâm tarihinin, İslâm kültür ve medeniyetinin hareket noktası, bu devirdir. Gerçek Müslümanlık, o devrin Müslümanlığı idi. Gerçek Müslümanlığı anlamak isteyen her Müslüman o devre dönüp bakmalıdır. Çünkü Müslümanlığın en saf ve berrak, en kanlı canlı devri o devirdir.
islam âlimleri ve tarihçileri bu devri bütün ayrıntı ve detaylarıyla kayıt ve tespite gayret etmişler, bize büyük bir irfan mirası bırakmışlardır. Bu büyük hazineden istifade eden âlimlerimiz çoktur. Fakat uzun bir zamandan beri bu alandaki incelemeler ve araştırmalar, âdeta sekteye uğradı. Bu yüzden devrimizin ve neslimizin okuyup istifade edeceği eserler pek azaldı. Hâlbuki öte taraftan BatTda Asr-ı Saadet'e dair eserler çoğaldıkça çoğalıyor, bu eserler hakkında bir fikir vçrmek ve Avrupa âlimlerinin, Peygamberimizin hayatı etrafındaki faaliyetlerini veciz bir
"Avrupa'da Hazreti Muhammed'in hayatına dair eleştiri ve inceleme eserler, 1723'te Ganyer'in[1] İslâm tarihçisi Ebü'l-Fida'nın sîretini yayımlamasıyla başlar. Tam bu sırada De Buleniviyer[2] yazdığı Sîret-i Muhammediye'yi yayımlamış, bunun 1732'de Amsterdam'da çıkan ikinci baskısına, Ganyer karşılık vermişti. Daha sonra Sîret-i Muhammediye[3]hin yazılması yolunda atılan önemlice bir adım, Wi-el'in[4] Almanca ile yazdığı Peygamber Muhammed isimli eserdir. Bu eser 1843'te Stutgart'ta basılmış ve Avrupa âlimleri tarafından dinî taassuptan uzak görülmüştü. Amerikalı yazarlardan Washington Irving'in[5] 1849'da Londra'da yayımlanan Sîret-i Muhammediye''si WieTin bu eserine dayanmaktadır. Merrick'in[6] Muhammed'in Hayatı ve Dini isimli eseri 1850'de Boston şehrinde yayımlanmıştı. Bu eser Şii kaynaklarına göre yazılmıştır. Sprenger'in[7] Hindistan'da el yazması eserler bulmak için gerçekleşen araştırmaları bazı keşiflere kapı aralamıştır, bunun sonucunda bu yazar bu keşiflerden istifade ederek Hayat-ı Muhammed isimli bir esere başlamış ise de onu tamamlayamamıştır. Sprenger Almanca yazdığı Muhammed'in Hayatı ve Dini[8] eserinde bu keşiflerden istifade etmiştir. Sir Wilhelm Muir[9] de bu fikirlerden istifade ederek 1858'de dört ciltten oluşan bir Sîret-i Muhammediye yazmış, daha sonra bu dört cilt kısaltılarak onlardan tek bir cilt meydana getirilmiştir. Hazreti Muhammed'in hayatına dair yazılan başlıca eserler bunlardır. Fakat Wilhelm Muir'in Hıristiyanlık taassubu pek aşikârdır. Sprenger ise pek iyi bilmediği konular hakkında bir sürü tahminler ileri sürmüştür. Koelle'in[10] 1885'te yayımladığı Muhammed ve Muhammedilik isimli eserde Hıristiyanlık taassubu görülüyor.
Seyyid Emir Ali'nin Ruhu'l-lslâm[11] isimli eseri 1889'da Hazreti Muhammed'i ve Müslümanlığı savunmak için yazılmıştı. Müslümanların yazdıkları kitaplara dayanan ve sonradan yayımlanan Grimme'in" Muhammed isimli eseri 1892 ve 1904'de; F. BohYün[12] Hayat-ı Muhammed isimli eseri 1903'te yayımlanmıştır. Margoliouth'un Hayat-ıMuhammed veA'lâ-yı İslâm[13] isimli eseri 1905'te NewYork'ta basılmıştır. Prens Caetani'nin[14] yazdığı Tarih-i İslâm 1905'ten itibaren Milan'da yayımlanmıştır. Kamuoyunu Hazreti Muhammed'in lehine yöneltmek için Cariyle[15], Kahramanlar ve Kahramanlara Perestiş isimli eserinin bir bölümünü oluşturan "Peygamber Sıfatında Kahraman" konferansını Hazreti Muhammed'e ayırarak 1846'da sunmuş ve bu konferans önemli bir etki meydana getirmişti. Bosworth Smith[16], Muhammed ve Muhammedilik ismiyle 1873'te yayımlanan eserinde Kar-layl'ın fikirlerini takviye etmişti. Fransa'da da az çok buna örnek bir yol izlenmiş, Barthelemy Saitn Hilaire,[17] Muhammed ve Kur'ân isimli eserini 1765'te Paris'te, Lamairesse ile Dujarric'in[18] yazdıkları Hadise Göre Hayât-ı Muhammed isimli eser 1897'de Paris'te yayımlanmıştır. Bu son eser özellikle İslam bakış açısına göre yazılmıştır. Bunlardan başka ve sonra da birçok eserler yayımlandı."
Profesör Margoliouth'un verdiği bu bilgiler Peygamberimizin hayatına dair Avrupa'da uzman olmakla bilinen âlimlerin yüksekleri tarafından yazılan her şeyden fazla Sîret-i Muhammediye'yi konu alan eserlerdir. İslamiyet'e ve Kur'an'a, İslam müesseselerine, İslam kültür ve medeniyetinin her dalına dair yazılan eserler, bunların dışındadır. Onları da sayacak olursak, bu önsözümüz büyükçe bir eser olur. Fakat Profesör Margoliouth'un açıklamaları bize Avrupa âlim ve müsteşriklerinin Peygamberin hayatı mevzuu etrafındaki tartışmaların her tarafında ulema ve uzmanların Asr-ı Saadet ile sürekli meşgul olduklarını ve bu meşguliyetin semerelerini ortaya çıkardıklarını görüyoruz.
Bu hakikat bizi fevkalade alakadar eder. Çünkü Avrupa âlimleri ya ilmî ve tarihî bir endişe yahut mutaassıp bir görüşle eserler yayımladıkları ve bu eserler medeniyet âleminin her tarafında okunduğu hâlde bunlara karşılık bizim içimizde bizi doğrudan doğruya alakadar eden bu yüksek mevzu ile uğraşanlar, onu ilmî bir yükselişe mazhar etmeye çalışanlar ve bu suretle ilmî kaynaklarımızın bolluğuna ekleme yapan samimi ilgimiz ve samimi imanımız dolayısıyla dehayı kavramaya müsait olduğumuz bu konuyu aydınlatmak ile ilim âlemine bir ışık demeti yaymaya çalışanlar, itiraf ederiz ki enderdir.
Bunun neticeleri pek aşikârdır. Aydın gençlerimizin, ister istemez, bu konuları Batı yazarlarının eserlerinden takibe mecbur kalmaları bu neticelerin biridir.
Hâlbuki Batının en belli başlı eserleri şüpheler ve bühtanlarla dolu; BatTnın en bilinen ve meşhur yazarları, Profesör Margoliouth'un da itirafı üzerine, Hıristiyanlık taassubuyla maluldürler.
Batı yazarlarının bu eserlerini okuduktan sonra iki şıktan birini seçmek gerekecektir: Ya bu eserleri ilmî incelemeler, tarihî hakikatlerin ürünü olarak değerlendirerek onların telkinlerini kabul yahut bu yazarların iyi niyetinden şüphe ederek gerçeği sorgulamak. Birinci vaziyetin doğuracağı sonuç, her eksik uygulamanın sonucu gibi, cehaletten beter bir durumdur. Fakat bizce ikinci vaziyetin sonucu daha mühimdir. Batılı yazarların iyi niyetinden şüphelenerek ve onların taassubunu sezerek milli dillerinde yazılan ve kendilerine hitap eden eserleri bulmak için milli kütüphanemize müracaat edecek olan aydınlar ne yapacaklar ve ne bulacaklar?.. Şüphelerini gidermek ve vicdanlarını tatmin etmek isteyen bu aydınlar, maalesef, umduklarını bulamayacaklardır. Çünkü eldeki eserler bugünün diliyle, bugünün insanlarına hitap etmiyor. Çünkü eldeki eserler düşmanların ortaya attıkları şüpheleri ilmin ezici güç ve kudretiyle susturmayı düşünmemiş, düşmanların ileri sürdükleri şüphelerden haberdar bile olmamıştır. Hatta eldeki eserlerin mühim bir kısmı birtakım hurafeler ve israiliyat'ın mahşeri olduğundan olumsuz tesirler doğuracak durumdadır.
Eskiden Batı dilleriyle yazılan bu gibi eserleri okumak pek sınırlı bir tabakaya özgüydü. Fakat bugün Batı dillerini öğrenenler çoğaldığı gibi Batı yazarları ve müsteşrikleri tarafından yazılan bu gibi eserlerin bir kısmı dilimize de nakledilmiş olduğundan bunlar yayın dünyasına yayılmış bulunuyor. Bu eserler arasında Dozy'nin, Caetani'nin eserlerini zikredebiliriz. Bu gibi eserlerin mütalaası ilim ve ihtisas sahiplerine ait olmadığı için konunun uzmanlarına önemli bir vazife yükleniyor. Bu vazife kendi tarihî kaynaklarımızı ilmî ve tarihî usul dairesinde inceledikten sonra Batı âlim ve yazarlarının eserlerini de baştanbaşa değerlendirmek ve incelemek, sonra yalnız hakikat aşkıyla, yalnız ilim endişesiyle kapsamlı bir eser meydana getirerek milli kütüphanemizin elim bir boşluğunu doldurmak ve hakikati arayanların mesaisini kolaylaştırmaktır.
Fakat bu pek büyük vazife bir insanın değil, birçok insanların belirli ve düzenli mesaisine ihtiyaç duymaktadır. Bu gibi mesaiyi bir araya getirmek, çok zor bir iştir. Bundan dolayı bu işi başarmak ilk bakışta, imkânsız gibi görünüyorsa da şükürler olsun ki İslâm irfanının yüzünü ağartacak kahramanlar eksik olmuyor. İslâm âlemi bugün ilim ve fikir sahasında genel bir durgunluk manzarası gösterdiği hâlde bu durgunluğun ortadan kalkacağını işaret eden pek kuvvetli emareler vardır. Bilakis İslam âleminde yeni ve ilmî bir uyanışın sabahı doğmuştur. Bunun eserlerini görüyoruz. Bu eserler, bu pek hayırlı sabahın bu pek bereketli doğuşun birer canlı ve sonsuz nefesidir. Nitekim bugün, yukarıda belirttiğimiz bütün şartlara sahip bir eseri bulup okuyucularımıza ve milli kütüphanemize hediye etmeye imkân bulmamız bunun en kesin delilidir.
Biz Doğu ve Batı yazarlarının eserlerini inceledikten sonra Doğu yazarlarının güvenilemez kaynaklarından, kişisel tahminlerinden Batı yazarlarının taassup yüzünden ileri sürdükleri şüphelerden uydurdukları bühtanlardan kurtulmuş bir İslâm tarihi özellikle bir "Asr-ı Saadet" tarihi istiyoruz, demiştik. Dikkat ettik ki "ŞemsüT-ulema Mevlâna Şiblî en-Numanî" hazretleri böyle kapsamlı ve mükemmel bir eser yazarak onu halifelerine yadigâr bırakmıştır. Hazreti Ömer unvanlı eserini çevirip yayımladığımız merhum Mevlâna Şiblî çevremizde bilinmeyen biri değildir. Hazreti Ûmer'iyle ne büyük bir araştırmacı ne yüksek bir incelemeci ve ne fedakâr bir âlim olduğunu ispat eden Mevlâna Şiblî'nin her eseri tükenmez bir irfan abidesi, bir nur ve iman meşalesidir. İslam ilmî uyanışının bu yüksek alemdarı, bütün hayatını İslâmî gerçekleri keşfe vakfetmiş, konularına dair yazılan eserlerin matbu olmayan veya nadir nüshalarını okumak için hiçbir zahmetten, hiçbir fedakârlıktan, hatta memleketini terk ederek uzun seyahatlerin zahmetlerine katlanmaktan çekinmemiştir. Mevlâna Şiblî özellikle Asr-ı Saadet ve Sîret-i Nebeviye'yi yazmak için Doğu ve İslam âlimlerinin eski yeni her türlü eserlerinden başka Avrupa ilim adamlarının ve müsteşriklerinin bütün eserlerini de incelemiştir. Merhum üstat bilmediği yabancı dillerde yazılan eserleri ayrıca tercüme ettirerek bunları uzun uzadıya incelemiş, sonuçta İslam edebiyatında şimdiye kadar görülmeyen bir eser yazmayı başarmıştır. İlminin zirvesine vardığı zaman bu eseri yazan üstat, onunla yayın hayatını taçlandırmış, hatta eserinin yayımlanışını göremeden gözlerini ebediyete yummuştur.
Gerçekten Mevlâna Şiblî bu pek kıymetli eserini hayatta iken yazdığı hâlde birinci cildinin bile yayımlandığını görememiş, bu nedenle eser merhum üstadın hayrü'l-halefi olan Mevlâna Süleyman en-Nedvî hazretleri tarafından geliştirilerek basılmış ve yayımlanmıştır.
Eserin aslı, dört büyük ciltten oluşmaktadır. Birinci ve ikinci cilt Asr ı Saadet'i ve Sîret-i Muhammediye'yi içermektedir. Üçüncü cilt, Peygamberimizin mucizelerinden bahseder. Pek büyük olduğu için biz bunu iki cilt yaptık. Dördüncü cilt Avrupa yazar ve müsteşriklerinin eserlerinin tenkididir. Hâlihazırda eserin üç cildi basılmış bulunuyor. Dördüncü cildi de basılmak üzere hazırlanmıştır.
Eserin birinci ve ikinci cildi bizzat hazreti üstat tarafından hazırlanmış, üçüncü ve dördüncü ciltleri Mevlâna Süleyman en-Nedvî tarafından sınıflandırılıp geliştirilmiştir. Pek büyük bir ihtiyacı tatmin için, pek büyük bir boşluğu dolduran bu eserin tercümesi lazımdı. Çünkü bu gibi eserler, her zaman için esaslı bir kaynak vazifesini göreceğinden başka, şüphelere dalan veya birtakım esassız telkinlere kapılanları aydınlatıp hak ve hakikati yayıp, ilan edecektir. Biz aczimize bakmayarak, fakat yayın hayatımızın tecrübelerinden istifade ederek ve okuyucularımızın gösterdikleri itimat ve teveccühe güvenerek Allah'ın yardımıyla bu vazifeyi yerine getirdik.
Hindistan'ın Urdu lisanıyla yazılan bu büyük eserin aslından tercümesini temin için şimdiye kadar bize pek kıymetli ve pek takdire şayan yardımlarda bulunan aziz ve fazıl kardeşimiz Zafer Hasan Bey'in yardımından istifade etmiş bulunuyoruz. Sevgili arkadaşımız eseri İngilizceye tercüme etti. Biz de eserin aslını katiyen dikkatimizden uzak tutmayarak ve tercümenin aslına tamamıyla uygun olmasına özen göstererek ve tercümeyi Hintçe ile karşılaştırarak Türkçe tercümeyi meydana çıkarmaya çalıştık, ömrümüzün bir senesini alan bu tercüme, bizim için bu fani hayatta en mesut, en unutulmaz bir sene olmuştur. Biz bütün bu seneyi Asr-ı Saadet içinde yaşamış gibiyiz. Bu senenin her günü bizim için bir aşk ve vecd bayramıydı. Bu senemizin her gününü Peygamberimizin nuru aydınlattı ve o ebedi nur, varlığımızın her zerresini istila etti. Bu sene içinde bizim her gün ilgilendiklerimiz, tarihe ışık, insanlığa şeref, hayata ferahlık, dimağa nur ve kalbe heyecan veren en asil, en ulvi simalardı. Biz onlarla âdeta muhabbet ediyor, onların meclislerinde bulunuyor, onlarla düşüp kalkıyor, onlarla haşır neşir oluyorduk.