Kitap İbn Kayyim Tefsiri Bedâiut Tefsîr
Yazar İbn Kayyim el-Cevziyye
Tercüme Heyet
Yayınevi Karınca Polen Yayınları
Kağıt Cilt Sarı Şamua - Lüks Ciltli, 4 cilt takım
Sayfa Ebat 2.789 Sayfa - 17x24 cm
Polen Yayınları İbn Kayyim el-Cevziyye tarafından yazılan İbn Kayyim Tefsiri Bedâiut tefsir
adlı tefsir kitabı nı incelemektesiniz.
4 cilt ibn kayyim el cevziyye Bedâiut tefsir seti hakkında yorumları oku yup kitabın konusu, özeti, fiyatı, satış şartları bilgiyi geniş bir şekilde edinebilirsiniz.
Yaratan Rabbinin adıyla oku . O, insanı " alak " dan yarattı. Oku, Senin Rabbin en cömert olandır. Alak 1-2
İbn Kayyim Tefsiri Bedaiut tefsir
İbn Kayyim el-Cevziyye
Derleyen: Yusrî es-Seyyid Muhammed
Editör: Yrd. Doç. Dr. Halil ALDEMİR
Mütercimler:
Yrd. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜS (Fatiha-Âl-i İmrân Sûreleri arası)
Prof. Dr. Ahmet AĞIRAKÇA (Nisa-Ra'd Sûreleri arası)
Mehmet Emin ÇİMENDAĞ (İbrahim-Meryem Sûreleri arası)
Yrd. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜS (Taha-Yasin Sûreleri arası)
Yrd. Doç. Dr. Halil ALDEMİR (Sâffât-Kalem Sûreleri arası)
Mehmet Ali KARA - Dr. Savas KOCABAS (Hâkka-Nâs Sûreleri arası)
Kitabı derleyen kişi, İbn Kayyim el Cevziyye'nin kitaplarını araştırıp tefsirini yapmış olduğu ayetleri çıkartarak bu kitabı hazırlamıştır. Kitapta bütün ayetlerin tefsirini bulmanız mümkün değil. Çünkü İbn Kayyim el Cevziyye 'nin baştan sona yazmış olduğu bir tefsir kitabı yok. Bazı ayetlerin tefsiri muhtelif kitaplarında yapmış. İbn Kayyim el Cevziyye'nin bütün kitapları türkçede olmadığı için bunlara ulaşmak okuyucu için mümkün değildi. Bu kitabın türkçeye kazandırılmasıyla okuyucu bunlara rahatlıkla ulaşabilecek.
FÂTİHA SÛRESİ
Rahman ue Rahim Allah'ın adı ile.
1. Rahman ve Rahim Allah'ın adı ile.
2-4. Hamd âlemlerin Rabbi, Rahmân, Rahim ve Din gününün mâliki olan Allah 'adır.
- 5- Yalnız Sana ibadet eder, yalnız Senden yardım dileriz.
- 6- Hidâyet eyle bizi dosdoğru yola.
- 7- Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna. Gazaba uğrayanların ve yolunu sapıtanlarınkine değil... (Amin: Kabul buyur.)
Tefsiri:
Fâtiha'ya tam hakkını vererek okursan başından sonuna kadar Allah'ın, kulların fiillerini yarattığına apaçık delâlet ettiğini görürsün. Zâten ona hamd etmek ve onun âlemlerin Rabbi oluşu bunun dışında bir şeyi gerektirmez. Bu durumda melekler, cinler, insanlar, kuşlar ve vahşi hayvanlar gibi yer ve gök halkının gücünün yettiğine güç yetiremeyen ve onların kaderine hükmedemeyen birine nasıl hamd edilir? Kullar böyle birinin takdir etmediği ve dilemediği şeyleri yaparlar. O ise onların çoğunun yapmayacağı şeyi diler. O, olmayacak şeyleri ister, fakat istemediği şeyler oluşur. Şu halde Allâh'ın bütün övgülere lâyık oluşu ve her türlü noksandan uzak olan mükemmel yaratıcılığı böyle bir durumla çelişmez mi?
"(Rabbimiz!) Ancak sana ibâdet ederiz ve yalnız senden medet umarız" âyeti, doğru yoldan çıkmış olan Mu'tezile ve Cebr tâifelerinin her ikisinin görüşünü de geçersiz kılar. Çünkü kulun fiilini ve kulluk edişini ispât etmektedir. Gerçekten de ibâdet eden odur. Ancak bu ibâdet ancak âlemlerin Rabbi'nin yardımıyla meydana gelmektedir. Eğer o yardımı, takdiri ve dilemesi olmasa kul buna aslâ güç yetiremez ve imkân bulamaz. O halde fiil kuldan, güç-kuvvet vermek ve yardım etmek ise Allah'tandır.
"Bizi doğru yola ileti" âyeti doğru yola iletmeye güç yetirenden hidâyet istemeyi içermektedir. Hidâyet onun elindedir. Dilerse onu kuluna verir, dilemezse vermez. Hidâyet; hakkı bilip onunla amel etmektir. Allah Teâlâ'nın hakkı bilip uygulama özelliği vermediği kimsenin hidâyet bulmasına imkân yoktur. Doğru yolu bulmayı garantileyen hidâyeti Allah tekeline almıştır. O hidâyet; kula, doğru yolu isteme, sevme, tercih etme ve uygulama özelliği vermesidir. Allâh'ın kendisine .yakın kıldığı bir meleğin yâhut elçi kılınmış bir peygamberin böyle bir hidâyette bulunma yetkisi yoktur. Allah bu hidâyet hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin; Allah dilediğine hidâyet verir"[1]
Bu, şu âyetle çelişmez:
"Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.2
Çünkü bu âyetteki hidâyet; doğru yola çağırmak, ona klavuzluk etmek ve onu öğretmek mânâsındadır. Yüce Allâh'ın, Semûd'a doğru yolu gösterip de onların körlüğü, görmezden gelmeyi tercih ettiğine dâir âyetteki hidâyet de bu mânâdadır. Bu hidâyet hakkında Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. " 3
Allah, sapkın kimselere, ileri sürebilecekleri hiçbir bahâne bırakmayan doğru yolu gösterme anlamındaki hidâyeti vermiş, fakat hakkı bilip onu uygulama anlamındaki hidâyeti ise vermemiştir. Onlara doğru yolu göstermesi, adâletinin; hidâyet vermemesi ise hikmetinin gereğidir. Doğru yolu bulamama konusunda uydurabilecekleri hiçbir mâzeret bırakmayan hidâyeti onlara göstermiş, lâyık olmadıkları hakkı bilip uygulama özelliğini ise onlardan esirgemiştir.4
Fâtiha'nın iki kuvveti vardır: Biri ilmi-teorik kuvvet, diğeri ise irâdi-ameli/ pratik kuvvet. İnsanın tam mânâsıyla saâdeti ilmi ve irâdi güçlerinin tamamlanıp olgunlaşmasına bağlıdır. Bu ise, ancak yaratıcısını, onun isimlerini ve sıfatlarını, ona ileten yolu, nefsini, onun kusur ve zararlarını bilmekle mümkün olur. İnsanın ilmi kuvveti bu beş şeyi bilmekle mükemmel hâle gelir. İnsanların en bilgini bu beş şeyi en iyi bilen ve kavrayandır. İrâdi-ameli gücün tamamlanması ise ancak Yüce Allah'ın kulu üzerindeki haklarına riâyet etmek, onların gereğini ihlâsla, doğrulukla, itâatkârlıkla, iyilikle ve onun lütfunun bilincinde olarak devamlı bir ibâdet eden odur. Ancak bu ibâdet ancak âlemlerin Rabbi'riin yardımıyla meydana gelmektedir. Eğer o yardımı, takdiri ve dilemesi olmasa kul buna aslâ güç yetiremez ve imkân bulamaz. O halde fiil kuldan, güç-kuvvet vermek ve yardım etmek ise Allah'tandır.
"Bizi doğru yola ileti" âyeti doğru yola iletmeye güç yetirenden hidâyet istemeyi içermektedir. Hidâyet onun elindedir. Dilerse onu kuluna verir, dilemezse vermez. Hidâyet; hakkı bilip onunla amel etmektir. Allah Teâlâ'nın hakkı bilip uygulama özelliği vermediği kimsenin hidâyet bulmasına imkân yoktur. Doğru yolu bulmayı garantileyen hidâyeti Allah tekeline almıştır. O hidâyet; kula, doğru yolu isteme, sevme, tercih etme ve uygulama özelliği vermesidir. Allâh'ın kendisine .yakın kıldığı bir meleğin yâhut elçi kılınmış bir peygamberin böyle bir hidâyette bulunma yetkisi yoktur. Allah bu hidâyet hakkında şöyle buyurmaktadır:
"Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin; Allah dilediğine hidâyet verir" 1
Bu, şu âyetle çelişmez:
"Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin. "[2]
Çünkü bu âyetteki hidâyet; doğru yola çağırmak, ona klavuzluk etmek ve onu öğretmek mânâsındadır. Yüce Allâh'ın, Semûd'a doğru yolu gösterip de onların körlüğü, görmezden gelmeyi tercih ettiğine dâir âyetteki hidâyet de bu mânâdadır. Bu hidâyet hakkında Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Allah bir topluluğu doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine açıklayıncaya kadar onları saptıracak değildir. "[3]
Allah, sapkın kimselere, ileri sürebilecekleri hiçbir bahâne bırakmayan doğru yolu gösterme anlamındaki hidâyeti vermiş, fakat hakkı bilip onu uygulama anlamındaki hidâyeti ise vermemiştir. Onlara doğru yolu göstermesi, adâletinin; hidâyet vermemesi ise hikmetinin gereğidir. Doğru yolu bulamama konusunda uydurabilecekleri hiçbir mâzeret bırakmayan hidâyeti onlara göstermiş, lâyık olmadıkları hakkı bilip uygulama özelliğini ise onlardan esirgemiştir.[4]
Fâtiha'nın iki kuvveti vardır: Biri ilmi-teorik kuvvet, diğeri ise irâdi-ameli/ pratik kuvvet. İnsanın tam mânâsıyla saâdeti ilmi ve irâdi güçlerinin tamamlanıp olgunlaşmasına bağlıdır. Bu ise, ancak yaratıcısını, onun isimlerini ve sıfatlarını, ona ileten yolu, nefsini, onun kusur ve zararlarını bilmekle mümkün olur. İnsanın ilmi kuvveti bu beş şeyi bilmekle mükemmel hâle gelir. İnsanların en bilgini bu beş şeyi en iyi bilen ve kavrayandır. İrâdi-ameli gücün tamamlanması ise ancak Yüce Allah'ın kulu üzerindeki haklarına riâyet etmek, onların gereğini ihlâsla, doğrulukla, itâatkârlıkla, iyilikle ve onun lütfunun bilincinde olarak devamlı bir şekilde yerine getirmekle mümkündür. Ayrıca, kişinin, Allah'ın haklannı edâ etmede âciz olduğunun da bilincinde olmalı, ona lâyık kulluk edemediğini düşünerek utanmalı, bu iki kuvveti ancak onun yardımıyla elde edip kemâle erdirebileceğini bilmelidir.
İnsan, Allah'ın dostlarını ve kendine yakın kullarını ilettiği doğru yola kendisini de iletmesi ve bu yoldan çıkmaktan kaçınmasını sağlaması için ona muhtaçtır. Bu yoldan çıkmak, insanın ilmi veyâ ameli kuvvetindeki bozulmalardan kaynaklanır. İlmi kuvvetteki bozulma sapıklığa, ameli kuvvetteki bozulma ise gazaba sebep olur. İnsanın mükemmelliği ve saâdeti ancak bu hususların tamamlanmasıyla mümkündür. Bunları ise Fâtiha sûresi tamâmıyla içermektedir:
"Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O, Rahmandır ve Rahim'dir. Cezâ gününün mâlikidir." âyetleri, ilk maddeyi, yâni Yüce Yaratıcı'nın ve onun isim, sıfat ve fiillerinin bilinmesini içerir. Bu sûrede zikredilen "Allah, Rab ve Rahman" isimleri Allâh'ın güzel isimlerinin (esmâ-yı husnâ) temelleridir. "Allah" ismi ülûhiyet sıfatlarını kapsar. "Rab" ismi yaratıcılık sıfatlarını kapsar. "Rahman" ismi ise ihsan, cömertlik ve iyilik sıfatlarını kapsar. Allah'ın bütün isimleri hep bu sıfatlarla ilgilidir.
"(Rabbimizl) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız" âyeti Allâh'a ileten yolu bilmeyi kapsamaktadır. Bu yol; onun sevdiği ve hoşnut olduğu şekilde ve onun yardımıyla sâdece ona ibâdet etmektir.
"Bize doğru yolu göster!" âyeti, kulun saâdetinin sâdece doğru yolda devâm etmesi ile mümkün olduğunu ve bunun da ancak Rabbinin hidâyeti sâyesinde olduğunu, açıklar. Bu âyet, Allâh'ın yardımı olmadan kulun ibâdet edemeyeceğini kapsamaktadır.
"Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil!" âyeti ise, doğru yoldan çıkmanın iki şeklini açıklamaktadır. Biri, bilgi ve itikâdın bozulmasından kaynaklanan sapıklığa düşmek; diğeri ise uygulamadaki bozukluktan dolayı gazaba uğramaktır.
Sûrenin başı rahmet, ortası hidâyet, sonu ise nimettir. Kul, Allâh'ın hidâyetinden nasiplendiği ölçüde onun nimetine ve rahmetine ermiştir. Çünkü her şey onun nimet ve rahmetine döner. Nimet ve rahmet onun yaratıcılığının gereklerindendir. O, rahmet ve nimet sâhibidir. Bu ülûhiyetinin gereklerindendir. İnkârcılar ne kadar inkâr ederse etsin, müşrikler ne kadar ortak koşarsa koşsun o gerçek İlâh'tır. Fâtiha'nın mânâlarını teorik ve pratik olarak gerçekleştiren kimse en büyük nâsibi almış ve kulluğu sıradan kimselerin kulluğundan ayrılarak Allah'ın has kullarının seviyesine ulaşmış ve derecesi yükselmiş demektir. Yardım istenecek olan sâdece Allah'tır.5
şekilde yerine getirmekle mümkündür. Ayrıca, kişinin, Allah'ın haklannı edâ etmede âciz olduğunun da bilincinde olmalı, ona lâyık kulluk edemediğini düşünerek utanmalı, bu iki kuvveti ancak onun yardımıyla elde edip kemâle erdirebileceğini bilmelidir.
İnsan, Allah'ın dostlarını ve kendine yakın kullarını ilettiği doğru yola kendisini de iletmesi ve bu yoldan çıkmaktan kaçınmasını sağlaması için ona muhtaçtır. Bu yoldan çıkmak, insanın ilmi veyâ ameli kuvvetindeki bozulmalardan kaynaklanır. İlmi kuvvetteki bozulma sapıklığa, ameli kuvvetteki bozulma ise gazaba sebep olur. İnsanın mükemmelliği ve saâdeti ancak bu hususların tamamlanmasıyla mümkündür. Bunları ise Fâtiha sûresi tamâmıyla içermektedir:
"Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. O, Rahmandır ve Rahim'dir. Cezâ gününün mâlikidir." âyetleri, ilk maddeyi, yâni Yüce Yaratıcı'nın ve onun isim, sıfat ve fiillerinin bilinmesini içerir. Bu sûrede zikredilen "Allah, Rab ve Rahman" isimleri Allâh'ın güzel isimlerinin (esmâ-yı husnâ) temelleridir. "Allah" ismi ülûhiyet sıfatlarını kapsar. "Rab" ismi yaratıcılık sıfatlarını kapsar. "Rahman" ismi ise ihsan, cömertlik ve iyilik sıfatlarını kapsar. Allah'ın bütün isimleri hep bu sıfatlarla ilgilidir.
"(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız" âyeti Allâh'a ileten yolu bilmeyi kapsamaktadır. Bu yol; onun sevdiği ve hoşnut olduğu şekilde ve onun yardımıyla sâdece ona ibâdet etmektir.
"Bize doğru yolu göster!" âyeti, kulun saâdetinin sâdece doğru yolda devâm etmesi ile mümkün olduğunu ve bunun da ancak Rabbinin hidâyeti sâyesinde olduğunu, açıklar. Bu âyet, Allâh'ın yardımı olmadan kulun ibâdet edemeyeceğini kapsamaktadır.
"Gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil!" âyeti ise, doğru yoldan çıkmanın iki şeklini açıklamaktadır. Biri, bilgi ve itikâdın bozulmasından kaynaklanan sapıklığa düşmek; diğeri ise uygulamadaki bozukluktan dolayı gazaba uğramaktır.
Sûrenin başı rahmet, ortası hidâyet, sonu ise nimettir. Kul, Allâh'ın hidâyetinden nasiplendiği ölçüde onun nimetine ve rahmetine ermiştir. Çünkü her şey onun nimet ve rahmetine döner. Nimet ve rahmet onun yaratıcılığının gereklerindendir. O, rahmet ve nimet sâhibidir. Bu ülûhiyetinin gereklerindendir. İnkârcılar ne kadar inkâr ederse etsin, müşrikler ne kadar ortak koşarsa koşsun o gerçek İlâh'tır. Fâtiha'nın mânâlarını teorik ve pratik olarak gerçekleştiren kimse en büyük nâsibi almış ve kulluğu sıradan kimselerin kulluğundan ayrılarak Allah'ın has kullarının seviyesine ulaşmış ve derecesi yükselmiş demektir. Yardım istenecek olan sâdece Allah'tır.5
Rubûbiyyet ve ülûhiyyet tevhidine inanmak ve bunu gerçekleştirmek "(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız" âyetinin gereğidir.
Kul "Ancak sana" sözüyle, bütün güzel isimler kendisine âit olan ve tüm kemâl sıfatları toplamış olan zâtı kasteder.
"Sana kulluk ederiz" sözünde; açık-gizli, sözlü-uygulamalı, şu anda ve istikbalde yapılan bütün ibâdet nevilerini kasteder.
"Yalnız senden medet umarız" sözünde; yardım istemenin, dayanma ve tevekkülün bütün nevilerini görür. Böylece rubûbiyet tevhidi gerçekleşir.
"Ancak sana kulluk ederiz" sözünde ülûhiyyetin birliğini görür.
"Ancak sana" sözünden bütün güzel isimleri ve yüce sıfatları toplayan zâta intikâl eder.
"Bize doğru yolu göster" sözünden on mertebe çıkarır ki bunlar bir araya gelince hidâyet gerçekleşir:
İlim ve beyan hidâyeti: Bu, insanın hakkı bilip idrâk etmesini sağlar
Allah'ın insana güç vermesi: Eğer Allah güç vermese kul kendi başına hiçbir şeye kâdir olamaz.
İsteme kâbiliyeti vermesi
Uygulama özelliği bahşetmesi
İnsanı bu konuda sâbit kılması ve devamlı olmasını sağlaması.
Kulu haktan alıkoyan ve hakka zıt olan mâni ve engelleri ortadan kaldırması
Kulu aynı doğru yolda, fakat öncekinden daha özel bir hidâyete iletmesi. Birincisi, doğru yola genel bir hidâyet iken; ikincisi, aynı hidâyet içerisinde fakat onun detaylarında daha geniş bir hidâyettir.
Doğru yoldan amaçlanan şeyi ona göstermesi ve onu doğruya yöneltmesi. Böylece kul, gidişâtında teenni içerisinde olur, hakka yönelir ve hiçbir şey onunla hak arasına girmez.
Bu hidâyete tüm zaruretlerden fazla ihtiyaç olduğunu göstermesi.
Doğru yoldan ayrılan iki eğri yoldan sakındırması. Bunlardan biri gazaba uğrayan kimselerin yoludur. Diğeri ise cehâlet ve sapıklıklarının eseri olarak doğru yoldan ayrılan kimselerin yoludur.
Sonra kul, "sırât-ı müstakim"in tek bir ana yolda birleştiğini, Allâh'ın bütün dostlarının, peygamberlerinin ve onlara benzeyen sıddik, şehit ve saâlih kimselerin onun üzerinde olduğunu müşâhede eder.
Allah'ın peygamberlerinin ve onlara tâbi olanların üzerinde bulunduğu rubûbiyet ve ülûhiyet tevhidi budur. Her kim bunu gerçekleştirirse doğru yola hidâyet edilmiş demektir. Allah daha iyi bilir.6
İnsan, Fâtiha'nın her âyetinde Rabbi'nin ona vereceği cevâbı bekleyerek duraklamalıdır. Meselâ, "Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur" âyetini okuduğunda, -hadiste[5] belirtildiği gibi- Allâh'ın, "Kulum bana hamdetti" dediğini işitiyormuş gibi davranmalıdır.
"O, Rahmandır, Rahim'dir" âyetini okuduğunda, Allâh'ın "Kulum beni övdü" demesini bekliyormuş gibi bir lâhza duraklamalıdır.
"Cezâ gününün mâlikidir" âyetini okuduğunda da âdetâ "Kulum benim şânımı yüceltti" sözünü beklemelidir.
"Ancak sana kulluk eder ve yalnız senden medet umarız" âyetini okuduğunda ise, "Bu, benimle kulum arasında olan bir şeydir" sözünü beklemelidir.
"Bize doğru yolu göster" âyetini ve sûrenin sonuna kadar sonrasını okuduğunda ise "Bu, kuluma âittir. İstediği şeyler kulumundur" sözünü beklemelidir.
Namazın tadına varan kimse bilir ki tekbir ve Fâtiha'nın dışındaki şeyler o ikisinin yerini dolduramaz. Kıyam, rükû ve sücûdun yerlerini de başka şeyler tutmaz. Namazın her rüknünün başka bir şeyle elde edilemeyecek ayrı bir sırrı ve tesiri vardır. Aynı şekilde, Fâtiha'nın her bir âyetinin de kendine mahsus ayrı bir zevki ve vecdi vardır:
"Hamd, âlemlerin rabbi Allah'a mahsustur" âyetinde şunu buluruz: Fiil, sıfat ve isim bakımından her şeyin kemâli Yüce Yaratıcı'da mevcuttur. O; fiil, sıfat ve isim bakımından her türlü kötülük ve noksandan uzaktır. O; fiil, sıfat ve isimlerinde bütün övgülere lâyıktır ve her türlü ayıp ve eksikliklerden münezzehtir. Bütün işleri hikmet, rahmet, fayda ve adâlet gereğidir. Bundan aslâ şaşmaz. Bütün sıfatlan mükemmeldir, yücedir. Bütün isimleri güzeldir. Onun hamdi; dünyâyı, âhireti, gökleri, yeri, bu ikisi arasındakileri ve bu ikisinde bulunan şeyleri doldurmuştur. Bütün kâinat onun övgüye lâyık olduğunu dile getirip durmaktadır. Tüm mahlûkat ve tüm işler onun hamdinden meydana gelmekte, onun hamdiyle kâim olmakta ve onun hamdiyle vâr olmaktadır. Onun hamdi her varlığın varlık sebebi ve varlık amacıdır. Her varlık onun övgüye lâyık oluşuna şâhitlik etmektedir. Peygamberini göndermesi hamdiyledir. Kitaplarını indirmesi hamdiyledir. Cennet onun hamdi sâyesinde Cennetliklerle birlikte mâmûr olmaktadır. Cehennem de onun hamdi sebebiyle Cehennemliklerle birlikte varlığını sürdürmektedir.
Kendine itâat edildiğinde de isyan edildiğinde mutlaka övgüye lâyık olmuştur. O övgüye lâyık olmaksızın tek bir yaprak bile düşmez, kâinatta tek bir zerre hareket etmez. Çünkü o, - nasıl ki kullan onu birlemese bile bir ve tek ise, nasıl ki kulları ona kulluk etmese de hakiki ilâh ise - aynı şekilde, kulları ona hamd etmese de bizatihi hamde lâyık olandır. Her türlü noksandan uzak olan o Allah, "Hamd, âlemlerin Rabbi Allâh'a mahsustur" diyen kimsenin diliyle kendisini övmektedir. Hz. Peygamber'in -sallallâhu aleyhi vesellem- "Yüce Allah peygamberinin diliyle 'Allah kendisine hamd edene icâbet eder' demiştir" sözü de göstermektedir ki, gerçekte kulunun diliyle kendisini öven odur. Kulunun diline hamdi söyleten ve kalbine hamdi getiren odur. Bütün övgüler ona aittir. Hâkimiyet sâdece onundur. Bütün hayırlar onun elindedir. Her işin âkıbeti sâdece ona döner. Bu bilinç, hamdden elde edilir.8
Kur'ân'ın ilk sûresi Fâtiha, bir ve tek olan Allâh'ın çeşitli sıfatlarının olması ve bu sıfatları gösteren bir çok ismin bulunması meselesine değişik açılardan delâlet eder:
"Hamd, sâdece Allâh'a mahsustur" âyeti bu meseleye delâlet eder. Çünkü Yüce Allah'a fiillerinden dolayı da hamd edilir. Nitekim Kitabında kendisini fiillerinden dolayı övmektedir. Peygamberleri, melekleri mümin kulları da bu sebeple ona hamd etmiştir. Fiili olmayan bir kimse neden övülsün? O halde hamdi gerektiren onun fiilleridir. Bu sebeple âyetlerde hamdin hep fiillerle bir arada anıldığını görürüz: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan Allah'a mahsustur" 9 "Hamd, hidâyetiyle bizi bu (nimet)e kavuşturan Allâh'a âittir." 10 "Hamd, kuluna Kitab'ı indiren Allâh'a mahsustur" 11 "Hamd, gökleri ve yeri yaratan Allâh'a âittir" 12
"Alemlerin Rabbi" tamlaması, kâinatta tasarrufta bulunmasını, işleri yürütmesini, her vakit orada bir iş icrâ etmesini ve her sâat bir işi yürütmesini içermektedir. O yaratır, rızık verir, öldürür, diriltir, kimini yükseltir, kimini alçaltır, ihsanda bulunur, mahrum bırakır, şeref ve zillet verir, kendi irâde ve dilemesiyle bütün işlere tasarruf eder. Bunu inkâr etmek onun Rab oluşunu, ilâhlığını ve hükümranlığını inkârdır.
' "Rahman'dır, Rahimdir": O, kudret ve irâdesiyle daha önce kendisine dahi merhamet etmeyen kimselere merhamet etme özelliği verendir.
"Cezâ gününün mâlikidir." Mâlik, hükmettiği ve mâliki olduğu şeylerde tasarrufta bulunan kimse demektir. Tasarrufu olmayan ve fiili olmayan kimsenin mülkünün olması ve mâlik olması mantıklı değildir.
"Bize doğru yolu göster" Bu âyet, daha mevcut olmayan bir şeyin yapılması hakkındaki bir talebi ifâde eder. Bu talep, sâdece ona âit olan kula hakkı bildirip ona göre davranma kâbiliyeti vermektir, hidâyettir. Kulların fiili olan doğru yolu bulma, bu hidâyetin neticesi olarak ortaya çıkar.
"Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu göster" Onlar üzerinde nimetinin bulunması ve bu fiilin onun sâyesinde yürümesi olmasa nimetin aslâ bir varlığı bulunmazdı.
"Gazaba uğramışların" Bu kimseler, Allah'ın, kendilerini yaratmasından sonra gazap ettiği ve gazaba müstahak olan kimselerdir. Mevcut olmayan bir şeye gazap etmek imkânsızdır.
Hz. Peygamber'den -sallallâhu aleyhi vesellem- nakledildiğine göre13 kul "Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur" âyetini okuduğunda Allah "Kulum bana hamdet-ti" der. "Cezâ gününün sâhibidir" âyetini okuduğunda "Kulum benim şanımı yüceltti" der. "Ancak sana kulluk ederiz, ancak senden medet umarız" âyetini okuduğunda "Bu, kulumla benim aramda ikiye bölünmüştür. Yarısı kuluma, yarısı bana âittir" der. "Bize doğru yolu göster" âyetini ve devâmmı okuduğunda ise "Bu kuluma âittir. İstediği şey kuluma âittir" der.14